İnanna’nın Dönüşü: Tanrıça Ruhunun İran Üzerindeki Yükselişi-2

"Jin jiyan azadi" felsefesinin yaratıcısı Abdullah Öcalan’ın kadının özgürlük sorununu ele alma biçimi ve geliştirdiği paradigma, Rojava Devrimi’yle somutlaştı ve İran’daki kadınlar için bir model ve güç kaynağı haline geldi.

HAVRÊ ZAGROS

"Kadınlar, kendilerine ait bir odaya sahip değillerdir."

Virginia Woolf

Bu yazının ilk bölümünde, İran’daki kadınların tarihsel direniş ve mücadele köklerini inceledik. Bu bölümde ise, bu hareketi güçlü bir şekilde mümkün kılan aracıları ve "Jin jiyan azadî" sloganını ele alacağız. Bu yazıda, teorik temeller ve bu harekete ilham olan koşulları ve adımları değerlendireceğiz. Gerçekten de, bu bölümdeki amacımız şu soruya yanıt aramaktır: "Jin jiyan azadi" sloganı hangi yaklaşım ve felsefi teorilerden doğdu ve İran’daki kadın hareketi bu felsefeye nasıl güven duyup, böylesine büyük bir harekete dönüştürdü? Bu soruya yanıt verirken, ilk olarak Abdullah Öcalan'ın görüşlerine başvuracağız ve kadın-yaşam-özgürlük ilişkisini kuran teorileri inceleyeceğiz. Sonrasında, bu teorilerin Rojava'daki pratiğe dökülmesiyle "Jin jiyan azadi" hareketinin nasıl ilham aldığını ele alacağız.

Kadınları kendi odalarını yapmaya teşvik etmek

Karl Marx, "Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi" adlı eserinde şunları söyler: "Maddeyi maddi güçle devirmek gerekir, fakat teori bir kez halkı kavradığında, maddi güce dönüşür." Bu soruya yanıt olarak, genç Marx şu ifadeyi kullanır: "Teori, halkın gönlünü kazandığında maddi güce dönüşür."

Peki, Abdullah Öcalan’ın kadınlara dair teorileri nedir ki bu kadar yaygınlaşmış ve maddi bir güç haline gelmiştir?  Abdullah Öcalan, kadınlarla ilgili ne söyler ki, Marx’ın ifadesiyle bu kadar toplumda yankı bulmuş ve bu kadar geniş bir alanda değişim ve eylem gücü yaratmıştır? Neden başka önemli feminist düşünürlerin ve teorisyenlerin görüşleri yerine, Abdullah Öcalan’ın görüşleri bu kadar kadınları harekete geçirebilmiştir? Bu sorulara yanıt bulmak için, Abdullah Öcalan’ın felsefi yaklaşımına başvurmamız gerekmektedir.

Genel bir bakış açısıyla, Abdullah Öcalan’ın yaklaşımında tarihsel bir perspektifle, devlet dışı ve kadın odaklı demokratik toplum güçleri ile devletçi, otoriter ve erkek egemen güçler arasındaki çatışmayı çizdiğini söyleyebiliriz. Bu çatışmada, Öcalan, kadınların ve toplum odaklı güçlerin yanında yer alır ve kapitalist modernite yerine, demokratik moderniteyi savunur. Abdullah Öcalan, "Kadın sorunu, tüm toplumsal sorunların kaynağıdır" şeklinde bir analiz yapar.

Abdullah Öcalan, demokratik modernitenin özgürleşme kapasitesini, tarih boyunca özellikle kadınların oynadığı role odaklanarak tanımlar. Ona göre, "Tarih bugünümüzde gizlidir ve bugünkü zamanımız tarihte gizlidir." Bu yüzden, o, tarihe dair farklı bir okuma yapar ve hâkim bilimsel ve tarihi anlatılarla, kadınların tarihsel rolünü yok sayan ve sürekli olarak göz ardı eden mevcut paradigmaları sorgular. Özellikle Mezopotamya'nın verimli hilali ve Zagros-Toros bölgesinde, kadınların toplumların temeli ve insanlık medeniyetinin kurucuları olarak önemli bir rol oynadıklarına dikkat çeker.

Abdullah Öcalan’a göre, "Kadın-anne" otoritesinin yok olmasıyla birlikte, Ortadoğu ve Mezopotamya halklarının tarihsel olarak sömürgeye uğradığı ve bu toprakların, halkların mezarlığına dönüştüğü görülür. Öcalan, milliyetçilik ve bu anlayıştan doğan politikaları radikal bir şekilde eleştirir ve bunları erkek egemenlikle iç içe görür. Ona göre, milliyetçilik ve erkek egemenlik, birbirini besleyen iki ideolojidir. Bu anlayışı reddeder ve kadın odaklı komünal yaşam siyasetinin, barışı getireceğini savunur. Kadın özgürlüğü olmadan, hiçbir özgürlük olamayacağını, çünkü kadınların köleliğinin diğer her türlü kölelikten daha derinleşmiş ve yerleşmiş olduğunu vurgular.

Rojava Devrimi ve Abdullah Öcalan’ın fikirlerinin pratikleşmesi

1994'ten bu yana, özellikle Kürdistan'ın Rojhilat Bölgesi’nde ve İran’da, Öcalan’ın teorilerine dair bir farkındalık bulunmaktadır. Birçok İranlı, Abdullah Öcalan’ın eserlerini Farsçaya çevrilmiş hâliyle ya da üniversitelerde Kürt öğrenciler aracılığıyla tanımış ve bu fikirlerden haberdar olmuştur. Ancak, Rojava Devrimi,  Kobanê Direnişi ve özellikle kadınların DAİŞ’e karşı verdikleri amansız mücadele, İranlı kadınlar için Öcalan’ın teorilerinin önemini gün yüzüne çıkarmıştır.

Michael Hart, Rojava hareketinin önemli bir özelliğini, egemenlik ve cinsiyet hiyerarşisini yerle bir etme olarak tanımlar ve bu durumun "canavarımsı" bir özellik taşıdığını belirtir. Gerçekten de, Rojava’daki kadınların, sadece kadın özgürlükçü temelli bir devrim yapmakla kalmayıp, aynı zamanda kadınların tüm toplumsal alanlarda aktif ve belirleyici bir rol oynamaları, özellikle İranlı kadınlar için büyük bir ilham kaynağı olmuştur.

Rojava’daki kadın hareketinin önemli özelliklerinden biri, kadınlara özgü akademiler, dernekler, kadınlara yönelik şiddete karşı savunma birimleri, yalnızca kadınlar tarafından yönetilen köyler ve YPJ (Kadın Savunma Birlikleri) gibi yapıları kurmasıdır. Rojava’daki tüm siyasi ve toplumsal yapılar, eşbaşkanlık ilkesine dayanarak şekillendirilmiştir ve bu da kadınların hareketindeki eşitlikçi yapıyı daha da pekiştirmiştir.

Rojava’daki toplumsal sözleşme, Ortadoğu’nun erkek egemen yapısına karşı çok ilerici bir metin olarak kabul edilir. Bu sözleşme, kadınlar ve erkekler arasında tam eşitlik ilkesini savunur, kadınların çalışma hayatındaki hakları, miras, boşanma, çocukların velayeti gibi pek çok konuda eşitliği sağlar.

İlham kaynağı

“Jin jiyan azadi” hareketinin, tarihsel kadın direnişlerinden nasıl beslendiğini ve kadınların geçmişten günümüze karşılaştıkları zorlukları nasıl aşmaya çalıştıklarını göstermeye çalıştık. Abdullah Öcalan’ın teorilerinin nasıl pratikte hayata geçtiğini ve Rojava devriminin kadınların özgürlüğü ve eşitliği için ne denli önemli bir model sunduğuna odaklandık.

Abdullah Öcalan’ın felsefesi, "Jin jiyan azadi" hareketinin temel taşlarından biri olarak büyük bir ilham kaynağı olmuştur. Kadınların kendi haklarını savunma mücadelesinde, Rojava’daki deneyimler, İran’daki kadınlar için bir model ve güç kaynağı haline gelmiştir.

Bütün bu süreçler, kadınların toplumsal ve politik alanlarda ne kadar önemli bir güç oluşturduğunu ve onların özgürleşmesinin, insanlık için bir dönüm noktası olacağını bir kez daha ortaya koymaktadır.