20 aylık yasak ve Türkiye’nin tecrit hali

20 aydır kendisinden haber alınamayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüş başvurusunda bulunan HDP’li Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Sayın Öcalan’a tecrit dayatılıyor, Kürtlere savaş açılıyor” diyerek, İmralı'dan topluma yayılan tecridi anlattı.

SARYA DENİZ

Haber Merkezi - Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, yıllardır İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşullarında tutuluyor. Cezaevlerinde gelişen açlık grevleri sonrasında 2019 yılında avukatları ile 5 görüşme gerçekleştiren Abdullah Öcalan esasen 27 Temmuz 2011 tarihinden günümüze devam eden avukat görüş yasağı ile karşı karşıya. Son olarak aile görüşü de engellenen Abdullah Öcalan ile en son 25 Mart 2021’de bir telefon görüşmesi gerçekleştirildi ama o görüşmenin de kesintili olduğu açıklandı. 20 aydır Abdullah Öcalan’dan haber alınamıyor. Tecrit koşulları her fırsatta dile getirilirken, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) ziyareti farklı endişeleri de beraberinde getirdi. Asrın Hukuk Bürosu yaptığı açıklamada, Abdullah Öcalan’ın CPT ile görüşmeye çıkmadığı duyumu aldıklarını belirtmişti.

CPT’den 23 yılda 9 ziyaret

CPT’nin son ziyareti İmralı Adası’na 20-29 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirildi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’nda 15 Şubat 1999’da karşılayan CPT, 23 yıl içinde, 27 Şubat-3 Mart 1999, 2-14 Eylül 2001, 16-17 Şubat 2003, 19-22 Mayıs 2007, 26-27 Ocak 2010, 16-17 Ocak 2013, 28-29 Nisan 2016, 6-17 Mayıs 2019 ve son olarak 20-29 Eylül 2022 tarihlerinde İmralı’ya ziyarette bulundu. CPT, Türkiye’ye gerçekleştirdiği son ziyarette, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde Abdullah Öcalan ile diğer tutuklular Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım ile görüştüğünü açıkladı. Abdullah Öcalan’ın müdafiliğini yürüten Asrın Hukuk Bürosu’nun 29 Kasım tarihli açıklamasında, ise “CPT’nin Eylül 2022 tarihinde İmralı Adasına yaptığı ziyarette Sayın Öcalan’ın görüşmeye çıkmadığı duyumuna sahibiz” denildi.

Abdullah Öcalan ile görüş hangi kapıları aralar?

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın görüşmeye çıkmaması, avukat görüş engeline yönelik protesto olarak değerlendirildi. En son yapılan görüşmede, “Şayet bir görüşme olacaksa, bu avukatlarla olmalıdır” diyen Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit aynı zamanda Türkiye’de ve tüm coğrafya da özelde Kürt halkına tüm halklara derinleşen bir politika olarak uygulanıyor. Bugün açısından Abdullah Öcalan’ın CPT ile görüşmeyi reddetmesi ne anlama geliyor? Hangi endişelere neden oluyor? Abdullah Öcalan ile görüş hangi kapıları aralar? AKP- MHP ittifakı bu kapının neresinde nasıl duruyor? Bu soruları ve daha fazlasını İmralı Adası’na gitmek için başvuruda bulunan HDP heyeti içinde yer alan Gülistan Kılıç Koçyiğit ile konuştuk.

‘Hem sağlığından, hem de yaşamından kaygılıyız’

İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan 20 aydır haber alınamıyor. Birçok isimden görüş başvurusu yapıldı. Başvurucuların içinde sizin de isminiz var. Bu konudaki endişeleriniz neler?

Çok uzun süredir İmralı’da bulunan Sayın Abdullah Öcalan’dan hiçbir şekilde haber alamıyoruz. Sadece o da değil aslında onunla beraber kalan diğer üç mahpusun da aileleri ve avukatlarıyla görüş yapmalarına bakanlık tarafından izin verilmiyor. Bu aslında çok uzun zamandan beridir devam eden hukuksuzluk. 15 Şubat 1999’da Sayın Öcalan Türkiye’ye iade edilip İmralı’ya konulduğu günden bu yana bir tecrit sistemi var. En son Haziran 2015’te başlayan dönem dönem açlık grevleri ve benzeri mücadelelerle bir şekilde kesintiye uğrayan İmralı’nın kapılarını açtıran ama ardından yeniden kapanan bir süreç var. Son 20 aydır da hiçbir şekilde bilgi alınamıyor. Kendisi ile hiçbir temas yok. Bu durumun kendisi bizi tabi ki çok kaygılandırıyor. Birincisi sağlığına ilişkin kaygılarımız var. İkincisi hiçbir hukuksal zemini yok bu görüştürmeme meselesinin.

Her seferinde ‘koster bozuk’ gerekçesiyle görüşme engelleniyor bugün ise Bursa Cumhuriyet Savcılığı’nın disiplin cezaları söz konusu. Bu disiplin cezaları, çoğu zaman avukatlarına tebliğ edilmiyor, itiraz süreçleri geçtikten sonra tebliğ ediliyor ya da itirazlar hiç kabul edilmiyor. Aslında çok açık ve net bir biçimde göstermeme bir rehin tutma, bir tecrit altında tutma hali var ve bu bir hukuksuzluk. Bu anlamıyla hem sağlığından, hem yaşamından kaygı duyduğumuzu ifade etmemiz gerekiyor. Diğer bir meselede Türkiye eğer kendisini bir demokratik hukuk devleti olarak ifade ediyorsa kendisinin bir anayasaya bağlı olduğunu söylüyorsa o zaman bu asla kabul edilebilir bir durum değildir. Buradaki hukuksuzluk aslında ülkedeki genel hukuksuzluğun da bir göstergesi olmuş oluyor. Bu anlamıyla biz de hızlı bir şekilde görüş yapmak istedik.

Bir hakkın ihlali…

Avrupa Konseyi’ne bağlı İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), 20-29 Eylül tarihlerinde Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarette Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile diğer tutuklular Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım ile görüştüğünü açıklamıştı. Ancak Abdullah Öcalan’ın bu görüşmeyi reddettiği ifade edildi. Abdullah Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan ile 25 Mart 2021’de yaptığı son görüşmede, avukatları ile görüşmek istediğini tekrar vurgulamıştı. Bu tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Avukat görüşünün bugün açısından anlamı ve önemi nedir?

Aslında Sayın Öcalan burada temel olarak bir hukuksuzluğa dikkat çekiyor; kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı görüşmede. Yasal olarak Türkiye Cumhuriyeti’ndeki cezaevlerinde bulunan her mahpus gibi yasal haklarının olduğunu, avukatı ve ailesi ile görüşme hakkı olduğunu ve bu hakkının ihlal edildiğini ifade ediyor. Bu anlamıyla özellikle avukatlarıyla görüştürülmemesinin siyasi bir tutum olduğuna dikkat çekiyor ve eğer bir görüşme olacaksa bu sadece telefonla ve çok sınırlı bir şekilde aile ile yapılan görüşme değil bütün haklarının kullandırılması gerektiğini söylüyor. Yasallığa ve maddeye dikkat çekiyor bunun özel olarak altını çizmemiz gerekiyor. Tabi CPT’nin ziyaretinde diğer üç mahpusun görüşe çıkıp Sayın Öcalan’ın çıkmaması bu hukuksuzluğa dikkat çekmek anlamıyla yapılıyor. Çünkü çok uzun süredir tecrit altında, 24 yıla yakındır bir ada cezaevinde tutuluyor ve bütün bu süreçlerde her seferinde gelip ziyaret eden bir CPT var ama buna karşılık hiçbir gelişme olmuyor.

CPT tecrit sürecinin bir parçası

Aslında CPT’nin de bu sürecin bir parçası olduğunu CPT’nin de bu hukuksuzluklara deyim yerindeyse göz yumduğunu ya da bu hukuksuzlukların meşrulaştırılmasının bir aracı olduğunu görüyoruz. CPT’nin görüşmesine Öcalan’ın çıkmayarak bu hukuksuzluğa bir meşruluk kazandırmamak gibi bu hukuksuzluğu teşhir etmek gibi bir amacı olduğunu görüyoruz. Burada aslında derin bir sorun yaşandığı da bir kez daha açığa çıkmış oluyor. CPT’nin daha önceki görüşmelerden de raporu vardı en son raporu da Türkiye’nin izniyle açıklandı ama o raporun açıklanmasından bu ziyaretin yapıldığı tarihe kadar hiçbir şeyin değişmediğini görüyoruz. O zaman CPT’nin görüşme yapmasının ne anlamı var? Böylesi bir soru açığa çıkıyor. 'CPT ile görüşmek sorunları aktarmak sonuç olarak hiçbir şeyi değiştirmiyor, hiçbir sorunu çözmüyorsa o zaman CPT ile de görüşmenin bir anlamı yok’ yönünde çok ciddi bir mesaj verilmiş oldu. Sayın Öcalan hem ülkedekilerin sorumluluğuna hem de uluslararası kuruluşların sorumluluğuna da kanımca dikkat çekmiş oluyor.

‘CPT sorumluluklarından imtina ediyor’

CPT bu görüşmeye dair ayrıntı paylaşmıyor. CPT neyi neden gizliyor, sorumluluğu ne?

En temelde CPT’nin, şuanda Sayın Öcalan’ın görüşe çıkmadığı meselesine dair bir açıklık getirmesi gerekiyor ama bundan imtina ediyor. Bu gittiği üye ülkedeki hak ihlallerinin ya da raporun detaylarının açıklanmasından bağımsız bir durum. Yani bir cezaevindeki kişinin kendisiyle görüşüp görüşmediğini, görüşe çıkıp çıkmadığını pekala açıklayabilir. Bu konuda bir sorumluluğu olduğunu görüyoruz ama CPT bundan bile imtina ediyor. Aslında bu da bir hak ihlali; açık ve net.

Zaten yıllardır süreci yakından takip eden CPT’nin bu kadar büyük hukuksuzluklar varken buna dair hiçbir adım atmaması, caydırıcı önlemler almaması bağlı olduğu kuruluşların bu konuda harekete geçmemesinin kendisi zaten büyük bir hukuksuzluk.

Yaşanan, yaşanacak her şeyde CPT’nin de sorumluluğu var

En son bu aşamada biz şunu bilmiyoruz; acaba görüşmeye çıkmadı mı, çıkarılmadı mı, sağlık sorunları mı var… tüm bu sorular havada kalıyor. CPT’nin tüm bu sorulara yanıt vermesi gerekiyor ve kesinlikle bu onların görevi. CPT’nin açıklama yapmaması bu süreçte yaşanacak her şeyde CPT ve bağlı olduğu Avrupa Konseyi’nin de sorumluluğuna bizi götürüyor. Sayın Öcalan’a yönelik tecrit meselesinde uluslararası bütün kuruluşlar Kürt sorununa duyarsız oldukları gibi bu meseleye de duyarsızlar. Avrupa Birliği’ne aday olan bir ülkenin Avrupa Konseyi’ne üye olan bir ülkenin içinde yaşanan bu kadar derin, bu kadar çarpıcı, bu kadar uzun süreye yayılan ve insanlık suçu olan tecride sessiz kalarak bu sürecin bir parçası olduklarını görüyorum. Sadece Sayın Öcalan’a yönelik bir yaklaşım olarak değil, bu ülkede yaşanan bütün hukuksuzluklara göz yuman, duyarsız kalan bu konuda adım atmayan uluslararası kurumlar var.

‘AKP, Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikasını tecrit ile derinleştiriyor’

Yapılan başvuruların yanıtsız bırakılmasıyla AKP-MHP iktidarı neyi hedefliyor?

Çok açık ve net. Belki bunu yakın tarih açısından AKP ve MHP ile açıklayabiliriz ama en nihayetinde bunun bir devlet politikası olduğunun altını çizelim. Sayın Öcalan’a yönelik tecrit politikası aslında bir devlet politikası ve bugün bu devlet politikasını yürüten bir AKP-MHP iktidarı gerçeği var. Güncel olarak da bu kendileri açısından kullandıkları, araçsallaştırdıkları, iktidarda kalmak için pozisyon aldıkları bir durum. Sayın Öcalan’a yönelik tecrit ile Kürt sorununa yönelik yaklaşım da paralel yürüyor. Bu anlamıyla 5 Nisan2015 tarihinden beri devam eden görüşmelerin kesilmesi, masanın devrilmesi, Kürt sorununda yeniden şiddetin çatışmanın, güvenlikçi politikaların hakim olmasıyla Sayın Öcalan’a yönelik tecrit politikası paralel yürütülüyor. Biri diğerinin gerekçesi haline gelmiş durumda. AKP, Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikasını tecrit ile derinleştiriyor. Kürt halkının bütün eşitlik, özgürlük, barış ve demokrasi taleplerini tecrit ile askıya almış oluyor. Aynı zamanda Türkiye’nin Anayasası’nı ihlal ediyor. Sayın Öcalan üzerinden Kürt halkına ve Türkiye’de mücadele eden bütün muhaliflere de gözdağı verilmeye çalışılıyor. “Eğer siz mücadele ederseniz, haklarınızı isterseniz, barışta ısrar ederseniz biz en uç haliyle bunu da yaparız yapabiliyoruz, kimse de bize bir şey demiyor” mesajını ben tüm topluma ve özel olarak da Kürt halkına vermek istediklerini düşünüyorum.

Tecrit tüm halklara uygulanıyor

Bütün politikaların 7 Haziran 2015’te iktidardan düşen AKP’nin iktidarda kalmak için Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştirmesi ve İmralı tecridini derinleştirmesinin birbirine çok bağlantılı ve içi içe geçtiğini ifade edebiliriz. Bu bir genel konsept, yani bölgede bütün Kürtlerin statüsüne tahammülü olmayan, Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürtlerin kazanımlarını yok etmek isteyen bugün Güney Kürdistan’daki kazanımı siyasi statüyü her seferinde hedef haline getiren, Türkiye Kürdistan’ında da kazanımları yok etmek, onları siyaset sahnesinden silmek için her türlü saldırıyı gösteren bir rejimin bir siyasi aklın dışa vurumu diyebiliriz . Tecridin kendisi aslında bizlere bütün halklara, bütün demokratlara, Kürtlere, kadınlara, Alevilere yönelik nasıl ceberut bir sistemin ilerletildiğini geliştirildiğinin temel bir göstergesi olmuş oluyor.

‘Tecrit AKP’nin yönetme biçimi’

Türkiye’de İmralı’da başlayan tecrit politikalarının tüm halk ve muhalif olan her kesim üzerinde derinleştiğini ifade ediyorsunuz. AKP bu durumu nasıl kullanıyor?

Bu durumu istismar eden ve Sayın Öcalan’a rehine pozisyonunu dayatan, İmralı’daki olağan üstü hali, özel rejimi bütün ülkeye yayan, ülkedeki bütün cezaevlerinde uygulayan, bütün kamusal ve sosyal hayata yansıtan bir iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız.

Bugün AKP açısından tecrit bir yönetme biçimi. Savaş, şiddet, güvenlikçi politikalar yönetme biçimi. Şiddetsiz, savaşsız, çatışmasız yapamayan, kutuplaştırmadan ayakta duramayan bir AKP-MHP iktidarı gerçeği var. Burada çok özel ve planlı bir yaklaşım olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Bugün Sayın Öcalan’a yaklaşımla ülkedeki tüm çözümsüz bırakılan sorunlara yaklaşım aynı ve birbirine paralel. Sayın Öcalan’a tecrit dayatılıyor, Kürlere savaş açılıyor. Bunun sonucunda Türkiye halkları olarak yoksullaşıyoruz, işsiz kalıyoruz, emeğimiz çalınıyor bir avuç sermaye emeğimiz üzerinden kendisini yaşatıyor. Milliyetçi dalgayı yöneten, hamaseti, düşmanlaştırma politikasını yükselten AKP, bu sayede yeniden ve yeniden iktidarda kalmanın kendi iktidarını sürdürmenin yollarını yaratıyor.

Millet İttifakı da dizayn ediliyor

Aslında şunda Millet İttifakı denilen ittifakı dizayn etme, onları sınıra çekme, onların siyasetinin sınırını belirleme açısından da bu politikaların öncellendiğini ve AKP- MHP ittifakı tarafından kullanıldığını görüyoruz. Çünkü tecrit AKP’nin elinde bir silaha dönüşmüş ve bu hukuksuz silahını, enstrümanını bütün bir topluma karşı kullanmaya da çalışıyor.

‘Kuzey ve Doğu Suriye’nin ayakta kalması buranın teşhiri anlamına da geliyor’

Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırılar bu sistemin neresinde duruyor? Abdullah Öcalan ile iletişimin bu saldırılarla birlikte düşünüldüğünde nasıl bir anlamı var?

AKP’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik düşmanlığı hiç bitmedi. IŞİD, Kobane’ye saldırdığı zaman da AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan “Kobane düştü düşecek” demişti ve bu toplumda büyük bir infial yaratmıştı. Bugün partimize yönelik bir kumpas davasının da konusu olan 6-7-8 Ekim’deki olaylar açığa çıkmıştı. Ama en nihayetinde Kobane enternasyonal mücadele sayesinde orada yaşayan halkların direnişi sayesinde IŞİD’e teslim olmadı. Muazzam bir başarı kazanılarak kendi ayakları üzerinde duran bir yönetim inşa edildi. Bugün AKP- MHP'yi kızdıranın kendisi Kürtlerin kendi yaşadıkları bölgede bir güç olmaları, siyaset yapmaları ve hiçbir güce angaje olmadan aslında kendi seçeneklerini, kendi üçüncü yol çizgilerini de diğer halklar ile beraber yaşamsallaştırmaları.

İşgal ile Sayın Öcalan’ın fikirleri hedef alınıyor

Kendi ülkesinde bu kadar tekçiliği, tek millet, tek devlet, tek bayrak anlayışını sürekli en üst perdeden söyleyen bir ideolojik anlayışa karşı halkların, inançların, toplumların birlikteliğini savunan ve bunu sadece savunmakla da kalmayan aynı zamanda bunu yaşamsallaştıran tüm yönetiminde görünür kılan bir sistem var. AKP- MHP’nin bu anlamıyla düşünüldüğünde Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik düşmanlığının temelinde bir Kürt düşmanlığı etkili olmakla beraber diğer neden de ideolojik. İdeolojik olarak oranın ayakta kalması buradaki tekçi yapıyı her zaman buradaki cinsiyetçi, militarist yapıyı teşhir eden bir yerde duracak. Bunu hazmedemiyorlar. Diğer bir mesele Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin söz hakkı sahibi olmasını ve orada bir statü elde etmelerini istemiyorlar. Çünkü hali hazırda Güney Kürdistan’da Kürtlerin bir statüsü var; Suriye’de de eğer Kürtlerin bir statüsü olursa yeni kurucu süreçte Kürtler özne olurlarsa bunun Türkiye’ye yansıyacağını düşünüyorlar. Bunu kendileri açısından bir güvenlik riski olarak değerlendiriyorlar. Bunun çok yanılgılı çok yanlış bir anlayış olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Bugün eğer gerçekten bölgede Türkiye güç olmak istiyorsa bunun birinci koşuşu içerde ve dışarda Kürtlerle barışmak, Kürlerin haklarını hukukunu tanımaktan geçiyor. Bugün muhalefette olduğunu ifade eden bazı partiler İyi Parti’nin Genel Başkanı “Biz Esad ile görüşeceğiz” diyor. Oradaki Kürtlerin kazanımlarını yok etmek üzerine görüşeceklerini ifade ediyorlar. Bu genel bir devlet aklının genel bir yaklaşımın dışavurumudur. Oysaki bugün baktığımızda ne Kuzey ve Doğu Suriye’den ne de Kobane’den Türkiye’ye tek bir çakıl taşı atılmamıştır. Bütün yetkilileri sürekli Türkiye ile barışçıl ilişkiler geliştirmek istediklerini Türkiye’ye asla bir düşmanlık beslemediklerini ifade ediyorlar.

Ama tüm bunlara rağmen her seferinde bir kurmaca bir senaryo, tezgah sonucunda hedef haline getiriliyorlar. Burayı işgal eden bir akıl var ve bu tabi ki bunun sebebi Sayın Öcalan’ın fikirlerinin burada yaşam bulmasıdır. Sayın Öcalan’ın felsefesinden ilham alan Rojava Devrimi’nin halkların kendi kaderlerini tayin etme, kendi yaşadıkları toprakları eşit- özgür bir şekilde yönetme anlayışına karşı bir tahammülsüzlük olduğunu görüyoruz. Tecrit politikası ile Kuzey ve Doğu Suriye halklarına yönelik yaklaşım, oraya yönelik işgal girişimleri aslında birbirini besleyen ve aynı kodlardan temelini alan Kürt karşıtlığı, Sayın Öcalan’ın fikirlerinin yayılmasını engellemek, Kürtlerin bir halk olarak haklarının tanınmasına duyulan öfkenin bir sonucu yansıması olarak değerlendirebiliriz.

‘Temel aktör Sayın Öcalan’dır’

*Partiniz Abdullah Öcalan ile görüşmelerin sağlanması durumunda krizlerden çıkılacağının mümkün olacağını vurguluyor. Şuanda iktidar bu noktaya mı getirilmeye çalışıyor?

Bu görüşme taleplerinin iktidara özel hiçbir yönünün olmadığını ifade edelim. Aslında biz tamamen hukukun gereği ne ise onun yapılmasını istiyoruz. Sayın Abdullah Öcalan’da diğer üç mahpusta bu ülkede herhangi bir mahpusun sahip olduğu bütün haklara sahipler ve bu haklarına el konulması, engellenmesi bir hak ihlali aynı zamanda işkencedir. Biz iktidarı bir yere getirmek iktidarı bir yerde tutmaktan ziyade aslında iktidarın nasıl büyük bir hak ihlali yaptığının görülmesini istiyoruz. En nihayetinde de bu hak ihlallerin bir an önce giderilmesini istiyoruz. Sayın Öcalan Kürt sorunu meselesinde temel muhataplardan birisidir. Bu sorunun barışçıl bir şekilde çözülmesinde de inisiyatif alabilecek bu yönlü ön açabilecek temel aktördür. Bunun görülmesi gerekir. Bunun sadece iktidar tarafından değil bütün Türkiye halkları ve muhalefet tarafından da görülmesi gerekli. Bu gerçek görülürse biz Türkiye’nin hangi iktidar olursa olsun bu gerçeği kabul ederse, buna göre politik tutum alırsa birçok sorunun çok hızlı bir şekilde aşılacağına inanıyoruz. AKP’yi bir yere çekmekten ziyade toplam tüm siyasi aklın gelmesi gereken bir nokta. AKP’nin mevcut haliyle çözüm gücü olacağını düşünmüyoruz. Bu hukuksuzluğun sorumluluğu tabi ki AKP’de ve onun Adalet Bakanlığı’ndadır. Bu hukuksuzluğu hızlıca gidermeliler.

‘AKP hukuka karşı direniyor’

Son olarak Abdullah Öcalan için Amed ve Van’da kitlesel bir yürüyüş yapılacak. Birçok barodan görüş için talep var. Kadınlar için iletişim neden önemli ve çağrınız nedir?

Biz parti olarak başvurular yapıyoruz. Eş Genel Başkanlarımız, parti sözcümüz, milletvekillerimiz tarafından daha önce de başvurular yapıldı. Bu başvurular yanıtsız bırakıldı. Şimdi biz DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz’in başkanlığında üç milletvekili arkadaş olarak başvuru yaptık. Buna da henüz üzerinden kaç gün geçmiş olmasına rağmen yanıt gelmedi. AKP hukukun gereğini yapmamak için direniyor. Rehin alma pozisyonunu seçime kadar devam ettirmek istiyorlar. Bizim ve halkımızın bu konuda çok ciddi kaygıları var. Biz sadece başvurularla yetinecek değiliz. Bu kaygılarımızı yürüyüşlerle, mitinglerle, eylemlerle de dile getireceğiz. Bu bizim en temel en demokratik hakkımız. Biz bu hakkımızı sonuna kadar kullanacağız. Burada bir anayasanın ihlali var. Bir anayasasızlık hali var. Sayın Öcalan’a yönelik yaklaşım ve tecrit ülkedeki hukuksuzluğun geldiği yeri gösteriyor. Bu durum bize hiçbir yurttaşın temel haklarının güvence altında olmadığını da gösteriyor. Bu kadar derin bir tecrit varken bu kadar derin bir hukuksuzluk varken sanki Türkiye’de her şey yolundaymış gibi gösterilmeye çalışılmasının abestle iştigal olduğunu ifade edelim. Biz haklarımızı sonuna kadar kullanacağız ve mücadelemizi geliştireceğiz. Bu anlamda ben bütün halklarımıza da kitlesel yürüyüşlere katılmaları çağrısında bulunuyorum.

‘Yüz yüze görüşme yapılmalı’

Görüş, kadınlar açısından özellikle Kürt kadınları açısından çok daha önemli.25 Kasım haftasını daha yeni geride bıraktık ve bu hükümetin kadınlara yönelik politikası da net bir şekilde bir kez daha gözler önüne serildi.

25 Kasım yürüyüşünde 200’den fazla kadın arkadaşımız İstanbul’da darp edilerek gözaltına alındılar. Bir kadın arkadaşımızın bacağı kırıldı, Şırnak’ta bir annemizin kolu çıktı. Her geçen gün bu ülkede sokak ortasında kadınlar katlediliyor. Kadınların, yaşam, çalışma hakları kadınların var olma hakkı bütün haklarına yönelik çok ciddi saldırı var. İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı; 6284 sayılı yasa tartışmaya açılıyor, nafaka hakkımız tartışma konusu yapılıyor bu anlamıyla kadınlara yönelik saldırıların bu kadar yükseldiği bir dönemde biz tabi ki Sayın Öcalan’ın gerçekten mesajlarını dinlemek kadınlara yönelik sözlerini de duymak istiyoruz. Çünkü Kürt kadınları açısından çok ön açıcı bir yerde olduğunu biliyoruz. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesini kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesine başat kılan yani kadınlar özgür olmadan toplum özgür olmaz belirlemesi ile kadınların toplumsal bir özne olmasının felsefik öncüsüdür Abdullah Öcalan. Bu anlamıyla da biz kendisi ile bir an önce kadınlar olarak da iletişim kurulmasını istiyoruz. Bir açıklamadan ziyade bunun bir görüşme ile sağlanmasını istediğimizi de belirtelim. Kamuoyunun ancak bu şekilde yüz yüze görüşmeyle kaygıları dinecektir. Aksi taktide olabilecek her şeyin sorumluluğu hükümette ve Adalet Bakanlığı’ndadır.