Gel de geçin: Fakirin yemek yeme hakkı yok mu?

Leyla Aslan yarım gün çalıştığı iş yerinden aylık bin 500 TL alıyor. “Gel de geçin” diyen Aslan, ekonomide pembe tablo çizen hükümet yetkililerine soruyor: “Madem ekonomi o kadar iyi neden bu kadar zam arka arkaya geliyor? Neden yoksulluk artıyor, insanlar intihar ediyor?”

PINAR URAL
Amed- Türkiye, dünya genelinde 104 ülke arasında işsizliğin en yüksek olduğu 10'uncu, İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’na (OECD) üye ülkeler ile Avrupa sıralamasında ise 3’üncü ülke. Asgari ücret, AB ülkeleri arasında sondan 3’üncü sıraya kadar düştü. Resmi işsiz sayısı rekor seviyede. İşin içine pandemi de girince insanlar açlıkla mücadele ediyor. 
Halk zamlara karşı yaşam kavgası verirken, iktidar erki pembe tablolar çiziyor: “Enflasyon geriledi.” Peki rakamsal "iyiliklerin" gündelik hayattaki karşılığı ne? Yaratılan adaletsizliğin sürüklediği uçurumu en iyi yoksulluğu yaşayanlar anlatıyor. 
‘İyi bir gelecek beklemiyor’
Amed’de 3 çocuğuyla yaşayan 40 yaşındaki Leyla Aslan da gelecek açısından iyimser olmayanlardan. Ekonominin, enflasyonun iyiye gittiğini, verilerin iyi olduğunu müjdeleyenlere geçinememenin ne demek olduğunu izah ediyor: 
“Ay sonunu borçla kapatıyoruz. İhtiyaçlarımızı karşılayamıyoruz. Günün yemeğini hesaplıyoruz. İyi bir gelecek beklemiyor.”
18 yaşında kendisinden 30 yaş büyük biriyle ikinci eş olarak evlendirilen Leyla Aslan, 17 yıldır hayatla tek başına mücadele ediyor. Eşi yaşamını yitirdikten sonra çocuk bakıcılığından gündelik ev temizliği ve aşçılığa kadar her işte çalışan Aslan ile geçim sıkıntısı sebebiyle yaşadıklarını konuştuk. Yüzde 25 ile 75 arasında değişen fiyat artışları ile “gel de geçin” diyen Aslan, bel büken tabloyu kendi muhasebesiyle anlatıyor: 
“Bir şirkette yarım gün aylık bin 500 TL’ye çalışıyorum. İki kızımın babadan aldığı yetim aylığı da bin 200 TL. 2 bin 700 TL olan aylık gelirimin 500’ü doğal gaz faturası, 180’i elektrik faturası, 60’ı su faturası, 160’ı apartman aidatı, 800’ü üniversiteye giden kızıma, 800’ü de üniversiteye hazırlanan kızımın dershane, yol ve harçlığına gidiyor. Otomatik olarak 2 bin 500 fatura ve okul masraflarına gidiyor. Allah’tan ev kira değil. E bir ay boyunca ne yiyip içeceğiz. Sadece yeme ve içmeyle de bitmiyor. Bunun hastalığı var, evin acil ihtiyaçları var. Oğlum yaklaşık bir yıldır cezaevinde ona para dahi gönderemiyorum. Bu tabloyla çocuklarımıza nasıl bir gelecek hazırlayacağız?”
"Fakirin yemek yeme hakkı yok mu?"
Leyla Aslan ile çalıştığı iş yerinden birlikte çıkıp evine doğru yol alıyoruz. Hava kapalı yağmur yağdı yağacak. Bir yandan yağmura yakalanmamak için adımlarımızı hızlandırıyoruz diğer yandan yaşamıyla ilgili sohbetimiz koyulaşıyor. Çalıştığı şirketin taşındığı yeni yer evine yakın olduğu için en azından yol masrafından kurtulduğunu, sabahları geç kalmamak için kullandığı kestirme yolları anlatıyor. 30 dakikalık mesafeden sonra evden önce semt pazarına uğruyoruz ve cüzdanında bulunan 100 TL ile bir haftalık alış verişini yapmaya çalışıyor. Pazar, öğle sonrası olmasına rağmen çok kalabalık değil. Pazarcıların sesi de pek gür çıkmıyor, arada bağıran birkaç esnaf dışında. Fiyat etiketleri marketlere nazara düşük olmasına düşük ancak eller neredeyse boş dönülüyor evlere. 
Aldığı yeşilliklere, havuç, patates, soğan, yumurta, bir top lahana, pırasa, elma ve portakala 90 TL ödeyen Leyla Aslan, geriye kalan 10 TL ile evin yolunu tutuyor. Aslan, iki kişilik alışverişin tutarından dert yanıyor: 
“Pazara gidiyorsun 100 çeşit ile karşılaşıyorsun ama her istediğini alamıyorsun. Eskiden her şeyi toptan alabiliyorduk. 40-50 TL ile tüm pazar alışverişimizi yapabiliyorduk. Şimdi aldıklarımızın değil yarısını çeyreğini dahi alamıyoruz. Sadece birkaç sebze ve meyve bu kadar tuttu. Etin kilosu 70 TL. Birde kalabalık ailelerin halini siz düşünün. Fakirin güzel bir yemek yeme hakkı yok mu? Çünkü ay sonunu getiremiyoruz. Aldığımız paralar faturalara yetmiyor. Ay sonunu nasıl getiriyoruz bilmiyorum. Keyif adına yaptığımız hiçbir şey yok. Evden işe işten eve.”
"Ekonomi iyiyse neden yoksulluk artıyor"
Aldığı sebzeleri yerleştirmek için açtığı buzdolabı kahvaltılık dışında neredeyse boş. Aldıklarını boş sebzeliklere yerleştirirken kirada oturmadığı için kendini şanslı buluyor :
“Öyle bir sistem yarattılar ki şuan bütün dünyanın sıkıntısı yoksulluk. İnsanlar evlerine bir ekmek götüremiyor. Verdikleri 2 bin 324 lira 70 kuruş asgari ücretle diyorlar ki; kiranı ver, faturalarını öde, çocuklarını okut, misafirlerini ağırla. Etin kilosu olmuş 70 TL. Tavuğun 14 TL. Kalabalık bir aileye bir kilo et yeter mi? Ayda 2 kez ancak et pişirebiliyorum. Markete gidiyorsun fiyatlar o kadar pahalı ki 4 buçuk kilo yağ 40 TL, 3 kilo salça 40 TL’den aşağı değil. Hiçbir şey alamıyorsun. Yağ bir hafta içerisinde 3 kez zamlandı. Her ay doğalgaza, suya, elektriğe zam geliyor. Evde iki kişiyiz ama elektrik faturası 180-200 TL’den aşağı gelmiyor. Çocuklarımızı iyi bir gelecekleri olsun diye okutuyoruz ama boş. Bugün binlerce atamayan genç var. Atama olmayacaksa çocuklarımızı niye okutuyoruz? Genç işsizlerin sayısı her gün artıyor. Gençlerimizi iyi bir gelecek beklemiyor. Her şey gittikçe kötüye gidiyor. Bundan sonra da iyi şeylerin olacağını düşünmüyorum çünkü Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durum iyi değil. Gittikçe bataklığa sürükleniyor. Ekonomi ‘iyi’ diyenlere iyidir. Para onların elinde.  Hayatlarını lüks içerisinde yaşıyorlar. Ama fakir hiçbir şey yapamıyor. Fakir aç ölmüş kimin umurunda.”