Ebru Özberk Anlı: Türkiye ILO C190’ı onaylamalı ve etkin şekilde uygulamalı
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 190 sayılı “Şiddet ve Taciz Sözleşmesi” 25 Haziran’da yürürlüğe girdi. ILO C190, çalışma yaşamında şiddet ve tacizi ele alan ilk ve tek uluslararası sözleşme olma özelliği taşıyor ve ILO Türkiye Ofisi Kıdemli Program Yöneticisi Ebru Özberk Anlı, sözleşmenin Türkiye tarafından neden onaylanması gerektiğini değerlendiriyor.
Haber Merkezi - Çalışma yaşamında şiddet ve tacize ilişkin ilk uluslararası sözleşme olma özelliği taşıyan “Şiddet ve Taciz Sözleşmesi” Uluslararası Çalışma Konferansı (UÇK) tarafından kabul edilmesinden iki yıl sonra 25 Haziran tarihinde yürürlüğe girdi. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2019 tarihli 190 sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi’ni bugüne kadar Arjantin, Ekvator, Fiji, Namibya, Somali ve Uruguay olmak üzere altı ülke onayladı. ILO ve küresel sendikalar 21-25 Haziran tarihleri arasında sözleşmenin onayını yaygınlaştırmak için küresel kampanya düzenledi. Sözleşmeye ilişkin Kadın İşçi’den Elif Sinirlioğlu’nun sorularını yanıtlayan ILO Türkiye Ofisi Kıdemli Program Yöneticisi Ebru Özberk Anlı, “Bu sözleşmenin ülkemizce onaylanmasını ve etkin bir şekilde uygulanmasını istiyoruz ve önemsiyoruz. Bu şekilde çalışma yaşamındaki şiddetin ve tacizin önlenmesi için önemli bir adım atılacağını düşünüyoruz” diyor.
Bu sözleşmenin önemi ve kapsamına ilişkin neler söylersiniz?
ILO’nun 190 sayılı Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi, çalışma yaşamında şiddet ve tacizi ele alan ilk uluslararası sözleşme. Uluslararası ilk ve tek sözleşme olmasının ötesinde sözleşmenin aslında gündeme taşıdığı başka ilkler de var ki; bunların en önemlisi, işyerindeki şiddet ve tacizin önlenmesi için çok kapsamlı bir çerçeve çizmiş olması. Örneğin, sözleşme sadece çalışılan süreye değil, iş arama sürecinin başladığı andan itibaren gönüllü çalışma, staj ve çıraklık da dahil çalışma yaşamındaki tüm aşamalara dair bir çerçeve çiziyor.
“Her türlü şiddet vakası ele alınıyor”
Ayrıca, işyerine dair de tanımı bilinenden öteye götürerek, ‘işyeri’ni geleneksel sınırlarının ötesinde ele alıyor. Şiddet ve tacizi, işe ulaşım, iş seyahatleri, iş toplantıları ve işle ilişkili sosyal faaliyetlerdeki her türlü şiddet vakasını da kapsayacak şekilde genişleterek ele alıyor. Yine aynı şekilde, değişen çalışma hayatının bir parçası olan ve küresel salgınla hayatımıza daha çok giren dijital dünyada ortaya çıkan şiddet ve tacizi de yine bu kapsama alıyor. Sözleşme, ev içi şiddetin çalışma hayatına olan olası etkilerinden dolayı, yine salgınla birlikte maalesef daha çok gündeme gelen ve daha sık karşılaşılan ev içi şiddeti de göz ardı etmemiş.
“Bu sözleşme geleceği görüyor”
Dolayısıyla salgın öncesinde var olan ama salgınla birlikte çalışma yaşamının evlere de taşınmasının etkisiyle daha çok ve sık karşılaşılan ev içi ve kadına yönelik şiddet de dahil pek çok şiddet biçimini ve durumunu kapsayan bir sözleşmeden bahsediyoruz. Zira sözleşme, şiddet ve tacizin fırsat eşitliğine yönelik bir tehdit olduğunu ve çalışma yaşamında şiddet ve tacize son vermek için toplumsal cinsiyete duyarlı bir yaklaşımın esas olduğunu da kabul ediyor. Dolayısıyla, denebilir ki, kabul edildiği dönemdeki sorunların çok ötesindeki durumlara ve geleceği görerek geleceğe de yanıt veren; her durumda, her koşulda ve her yerde geçerli olabilecek evrensel bir sözleşme.
“Giderek daha fazla gündeme geliyor”
Üye devletlerin sözleşmeye ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabii bu kadar güncel ve evrensel unsurları olan bir sözleşmenin tüm ilgili taraflarca benimsenmesi çok önemli. Bu yönde kimi olumlu gelişmelere tanık oluyoruz. Sözleşme artık daha fazla kamuoyu gündemine gelmeye başladı ve ilgili taraflardan bu sözleşmenin onaylanması yönünde giderek daha çok sesler duymaya başladık. Bu önemli, zira sözleşmenin yürürlüğe girdiği 25 Haziran itibariyle ILO Genel Merkezi bu sözleşmenin daha çok ülkede hayata geçmesi için global bir kampanya başlattı. Tabii bir sözleşmenin hayata geçmesi kolay olmayan bir süreç; ancak iki yıl gibi kısa bir sürede bu sözleşmenin daha fazla gündeme geliyor olması da çok önemli bir gelişme.
“Tarafların katılımı ve mücadelesi çok önemli”
Elbette bu süreçte tüm ilgili tarafların katılımı ve mücadelesi çok önemli. Kamu kuruluşlarının, sendikaların, işveren örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, eğitim kuruluşlarının, meslek örgütlerinin, yargı mensuplarının, kolluk kuvvetlerinin, kısacası ilgili tüm aktörlerin bu süreçteki varlığı ve katkısı çok önemli. Bu nedenle içinde şiddet ve tacizin olmadığı insana yakışır bir çalışma yaşamı için çalışan bir örgüt olarak biz de bu sözleşmenin ve ilgili tavsiye kararının ülkemizce onaylanmasını ve etkin bir şekilde uygulanmasını istiyoruz ve önemsiyoruz. Bu şekilde, çalışma yaşamındaki şiddetin ve tacizin önlenmesi için önemli bir adım atılacağını düşünüyoruz.
ILO Türkiye olarak Türkiye’nin de sözleşmeyi imzalaması için ne gibi çalışmalar yaptınız, yapıyorsunuz?
ILO’nun küresel düzlemde yürüttüğü kampanyalarla paralel şekilde tabii biz de ILO Türkiye Ofisi olarak, sözleşmenin kabul edildiği 2019 yılından beri bu sözleşmenin kamuoyunun gündemine gelmesi ve sözleşmenin sunduklarının aslında ne kadar çok insanın çalışma hayatına dokunduğuna işaret etmek ve buna dair farkındalık yaratmak için çeşitli çalışmalar yapıyoruz. Çünkü şimdiye kadar 6 ülkenin onayladığı sözleşmenin ülkemizde de onaylanmasının çalışma yaşamında şiddet ve tacizle mücadelede önemli bir araç olacağını düşünüyoruz.
“Toplantılarla sözleşmeyi kamuoyuna taşıdık”
Bu çerçevede önemli etkinlikler düzenledik. Sözleşme kabul edildikten altı ay sonra ilgili tarafların katıldığı, geniş katılımlı bir toplantı yaparak hem sözleşmeyi belki de ilk defa kamuoyuna taşıdık hem de onaylanması için çağrıda bulunduk. Yine aynı şekilde her yıl 25 Kasım – 10 Aralık tarihlerinde BM tarafından ve toplumsal cinsiyet temelli şiddeti önlemek için gerçekleştirilen 16 Günlük Aktivizm kampanyası kapsamında da bu konuyu gündeme getirmeye çalıştık.
“Farkındalık yaratmaya çalıştık”
Tabii bunun dışında çok sayıda farkındalık ve iletişim çalışmamız var. Özellikle salgınla birlikte ve salgın koşullarında bu yöndeki çalışmalarımızı daha çok dijital platforma taşıdık. Dijital kısa hikâyeler, sosyal medya kanalları, web sitesi ve Internet üzerinden değişik yöntemlerle konuya ilişkin farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Öte yandan, sendikalarla yaptığımız işbirliği kapsamında, C190 sözleşmesinin onların gündemine taşınması, sendikalarda bu konuda farkındalık geliştirilmesi, toplu iş sözleşmesinde buna yer verilmesi için de teknik destek çalışmalarımız oluyor.
“Çalışmalarımız devam edecek”
Ayrıca yürüttüğümüz proje ve programlar kapsamında ILO Türkiye Ofisi olarak kamu ve özel sektörde yer alan kurumlara verdiğimiz eğitimlerin temel bileşenlerinden birisi de şiddet ve taciz konusu. Örneğin ILO’nun, Türkiye’nin yerli araç üreticisi KARSAN’da verdiği toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarının bir yansıması olarak KARSAN, ILO’nun söz konusu şiddet sözleşmesiyle uyumlu “Şiddete Sıfır Tolerans İşyeri Politikası”nı uygulamaya koyarak kurumsal politikasının bir parçası yaptı. Dolayısıyla belirttiğim gibi bu kampanyaların ve çalışmaların sonucunu alıyoruz ve bunlar karşılık buluyor. Sözleşmenin onaylanması yönünde sendikalar, eğitim kurumları, kimi siyasi partiler gibi ilgili aktörlerin daha fazla talepte bulunduğuna tanık oluyoruz. Bu kampanyalarımızı ve çalışmalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz. Çünkü bu konu ne kadar çok gündeme gelirse bu yönde o kadar çok adım atılacağını düşünüyoruz.