Kadın’ın özgürlüğü ekolojiden bağımsız değil!
İklim kriziyle mücadele, toplumsal cinsiyetin eşitliğinden bağımsız değilken yaşamın bütün zorluklarına karşı direnen kadın, doğa içinde her daim direnen oldu. Kadının özgürlük mücadelesi ekoloji mücadelesinden bağımsız değilken, yaşanan her ekolojik kıyımda kadın mücadelenin en ön saflarında direnişi göğüsledi ve hatta çoğalttı. Bergama ve Kaz Dağları’nda en önde kadınlar yer aldı.
Haber Merkezi- Yeşil alanların kıyımının daha sıradanlaşmadığı, Türkiye’de termik santrallerin ve HES’ lerin dört bir yanı sarmalamadan önce İzmir’in Bergama ilçesinde Türkiye’nin ilk altın madenine karşı uzun soluklu bir mücadele yürütüldü. Bergama’daki ekolojik mücadelenin ön saflarında köylü kadınların yer aldığı sivil itaatsizlik eylemleri ve hukuki kazanımlarıyla ekoloji mücadelesinin bel kemiği oldu. 1990’ların başında başlayan direniş, 1996’da maden firması tarafından kesilen binlerce ağaçtan sonra kitlesel bir direnişe dönüştü. 2000’li yılların ortalarına kadar sürdü. Direnişte yer alanlar maden işgali, yarı çıplak bir şekilde yapılan yürüyüşler, referandum, nüfus sayımına katılmama ve Boğaz Köprüsü’ne kendilerini zincirleyerek trafiği kitleme gibi sivil itaatsizlik eylemleriyle hafızalarda yer edindiler.
Dünden bugüne Bergama
Bergama’da amaçlanan siyanürlü altın madeni beraberinde birçok riski barındırıyordu. Kaynarca fay hattının yakınında bulunan siyanürlü atık havuzunun çatlaması gibi ihtimaller de vardı. Ciddi boyutlarda tahribata yola açabilirdi. 1992’de başlayan eylemler, 1993’ e doğru sıklaştı. Eurogold’ un kesmeye başladığı zeytin ve çam ağaçları üzerine 1996 yılında eylemler artık kitlesel bir boyut kazandı. Bergamalı köylüler İzmir – Çanakkale yolunu saatlerce trafiğe kapattı. Yine yaklaşık 10 gün kadar binlerce köylü yağmur altında ellerine aldıkları tabutlarla “Mezarımızı kazmayın” sloganları eşliğinde belediye bandosunun çaldığı cenaze marşıyla protesto yürüyüşleri gerçekleştirdi.
1997’de madende dinamit patlatılmaya başlanınca eylemler de hız kazandı. Yaklaşık 400 Bergamalı köylü madeni işgal etti. Yine otobüsler dolusu köylü kendilerini Boğaz Köprüsü’nün parmaklıklarına bağlayarak trafiği kapattılar. Verilen yargı kararının uygulanmamasına karşı yapılan nüfus sayımında yaklaşık 10 bin kişi sayımı protesto etti. “Hükümet bizi saymıyorsa biz de sayılmayız” diyen köylüler sayıma katılmadı. Bergama’da 90’lı yıllardan bu yana süregelen ekoloji mücadelesinde, ülkenin her alanında yaşanan ekolojik krize karşı kadınların en ön saflarda müthiş bir mücadele sergilediklerini görüyoruz. 1989 yılında Bergama’da kurulmaya başlanan siyanürlü altın işletmesi, Türkiye’de ilk altın arama ve çıkarma girişimlerinin olduğu dönem olarak çıkar karşımıza. Bergamalı köylülerin yıllarca sürdürdüğü ekolojik mücadele de, siyanürlü altın işletmeciliğine karşı birleşen köylülerin mücadelesi uzunca bir süre gündem olur. Bergamalılar’ın, “Biz altın değil toprağımızı istiyoruz” diyerek çıktıkları bu yolda kadınlar hep en önde mücadelenin savunuculuğunu yaparak, hak arayışlarından hiç vazgeçmedi. Çok uluslu altın tekellerine ve yerli ortaklarına boyun eğmeyen Bergamalı kadınlar, yüreklerini ve emeklerini ortaya koyarcasına direndi. Eurogold adındaki şirket yaklaşık on yıl kadar, bütün olanaklarını kullanarak halkı ikna etmeye çalıştıysa da hep kararlı bir direnişle cevap aldı. Yaşam alanlarını var gücüyle koruyan ve kollayan köylüler binlerce yıllık emeğin ürününe ve zenginliklerine sahip çıkarak Türkiye’nin her yerindeki benzer girişimler için direniş örneği oldu. “Her yer Bergama hepimiz Bergamalıyız” sloganları Türkiye’nin dört bir yanına yayılmıştı. Hukukçular, bilim insanları, mimarlar, mühendisler, ekolojistler, çevreciler, doktorlar Bergamalı köylülerle tek yürek oldu, mücadeleyi ve dayanışmayı Türkiye’nin dört bir yanına duyurdu. Anadolu’nun bütün emek ve demokrasi güçleri tek ses olmanın verdiği güçle, hukuksal boyuta taşınan süreçte büyük bir kazanım elde etti. Bergama Ovacık altın madenin ruhsatı Danıştay tarafından iptal edilirken, hak savunucuları hayır demişken, Eurogold şirketi amacından vazgeçmiyordu. Şantiyeyi kapatmayan Eurogold, devlet madenin işletime devam etmesi için açıktan desteğini sürdürürken anayasal bir suç işliyordu. Yargı kararı uygulanmayarak, firmanın deneme üretimi yapmasına izin veriliyordu.
Mücadelenin Hukuki boyutu
Yeşiller Partisi’nin kurucu isimlerinden Avukat Senih Özay 1994 yılında Bergamalı köylülerle birlikte İzmir İdari Mahkemesi’nde açtığı davayla firmanın yürüttüğü faaliyetlerin iptal etmesini talep etti. 1997’de ise Danıştay, Anayasa’nın ‘ Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı’ na dayanarak siyanürlü altın madenin kamu yararına aykırı olduğuna dair karar verdi. Fakat firma çıkan kararı uygulamak yerine çalışmalarını sürdürmeyi tercih etti. Direnişin uzunca sürdüğü o yıllarda maden sadece 2 kez kapatıldı. Eurogold o günden beri faaliyetlerine devam etti. 2000’li yılların ortalarına doğru eylemlerin güç kaybetmeye başladığını ve yargı kararlarının uygulanmaması köylülerin direnişe olan inancını kırdı. Yine firma çalışanlarının köylülere olan sert tutumları da mücadelenin zayıflamasına yol açtı. Geçimini topraktan sağlayamayan köylülerin de madende çalışmaya başlaması direnişin güç kaybettiğinin somut bir göstergesiydi artık.
Hem adları hem yerleri vardı
Türkiye’deki ekoloji mücadelesinin tarihine baktığımızda, 1980’lerden başladığına tanıklık ediyoruz. Ege bölgesinde ise 1989 Aliağa Termik Santrali’nin protestosu ilk ciddi çevre hareketi olarak değerlendirilebilir. Ancak Bergamalı köylülerin direnişini ayrıca ele almak gerekiyor. Özellikle kadınlar kahvelerden çıkardığı erkekleri de yanlarına alarak mücadelenin ön saflarında direndi. Bu direnişte hem adı hem yeri olan kadınlar, “Siyanürlü altın üretiminde kamu yararı yoktur” kararını Danıştay’dan çıkarmayı başardı. Kadınların öncülüğünde kazanılan bu karar, benzer durumlar için örnek temsil ediyordu. Dönemin yöneticileri bu karara sahip çıkabilseydi; Kaz Dağları da bugün altın madeni için gözden çıkarılmazdı.
Kaz Dağları’nda neler oldu?
Bergama’nın ardından Türkiye’nin pek çok yerinde yabancı şirketlerin benzer projeleri daha sık duyulmaya başlandı. Kaz Dağları son dönemde bölgede yaşanan doğa kıyımı ile gündem oldu. Milli park olmasının ötesinde, Kaz Dağları’nın mitolojik ve tarihsel değeri tartışılmaz. Kaz Dağları’nda altın için on binlerce ağacın kesilmesi Türkiye için büyük bir felakete yol açabilir. Yüksek bir sıcaklığa ve daha büyük bir kuraklığa yol açacağını düşününce bir tek ağacın bile vazgeçilmez olduğunu hatırlamak gerekir. Kanadalı Alamos Gold şirketi altın elde etmek için kullanacağı siyanür çok zehirli. Suya karışacak olan siyanür hem halk hem de doğa üzerinde ağır yıkımlara sebep olacak. Oysa Kaz Dağları dünyanın en önemli su kaynaklarına ve oksijenine sahip. Ayrıca yine çok önemli tarım kaynaklarını sunan bir ekosisteme ev sahipliği de yapıyor. Türkiye’nin oksijen depoları olarak da bilinen Kaz Dağları’ndaki kıyıma karşı sivil toplum kuruluşları, siyasiler ve binlerce vatandaş bir araya geldi. Altın madenciliğinin kamuoyu yararına hiçbir yönü yokken, halk ve doğa üzerinde yıkıcı etkileri olacağı ise çok net. Maden projesine karşı on binlerce insan Kaz Dağları’nda bir araya geldi. Kaz Dağları’na destek olmak için konserler düzenleyen sanatçılar da geleceğe sahip çıkıyorlar. Kaz Dağları’nda yaşanan ağaç katliamına karşı sosyal medyada tepkiler yükselirken, yöre halkı ve doğa savunucuları bölgede “Su nöbeti” başlattı.
Yapılan sözleşmeye göre ise Türkiye çıkarılan altından sadece %4’ lük bir pay alacakken %96’lık oran ise şirkete kalıyor. %4’lük bir oran için bölgede işlenecek doğa kıyımını düşününce, iktidarlar için insan hayatının ne kadar değersizleştiği gerçeği ise ürkütücü. Kaz Dağları’ndaki altın arama çalışmalarına karşı çevreci hareketler, ekolojistler ve sanatçılarca tepkilerin ardından ağaç kıyımı durduruldu. Alamos Gold’un bir süredir yenilenmeyen ruhsatından ötürü şirketin faaliyetleri şuan için durdurulduğu görülüyor.
Kadınlar ekoloji mücadelesinin neresinde?
Türkiye’nin her yerinde ekoloji mücadelesinde hep en önde yer alan kadınlar, doğa ile kurdukları bağları daha da güçlendirdi. Yaşam alanlarını korumak ve güzelleştirmek için verdikleri mücadeleyle hep en önde yer alan kadınlar bunun en güzel örneğini Bergama ve Kaz Dağları’nda gösterdi. Sergiledikleri mücadelenin ve kararlığın pek çok kazanımı oldu. Süreçle birlikte değişim ve dönüşüm de yaşayan kadınlar köylerinde sadece adı olan bir varlık değildi artık. Kamusal alanda adı ve yeri olan bir kadın profili vardı. Mücadele kadını daha görünür kılmış, hatta söz söyleme gücünü de etkinleştirmişti. Üstelik eyleme geçildiğinde erkeğin daha çekimser davrandığı, kadının hemen harekete geçip sorun üretmede daha hızlı olduğunu söylemek yerinde olacaktı. Örneğin; Maden şirketleri köye birçok yatırım yaparak erkekleri yanına çekmeye çalışırken, kadınların bu konuda daha istikrarlı davrandığı görülüyor. Aklı ve vicdanı olan kadın, kar amaçlı büyük tahribatlara yol açacak bir kıyıma asla izin vermeyeceğini büyük bir kararlılıkla gösteriyor.
Madenciliğin yapıldığı bölgelerde tarım alanları, yer altı suları, hava kirleniyor ve hayvan ölümleri de hızlı artış gösteriyor. Bergama, Eşme ve Kışladağ gibi madenciliğin olduğu yerlerde kanser vakaları artıyor. Ekolojik yıkımın en çok çocuklar ve kadınlar için risk oluşturduğunu göz önünde bulunduracak olursak buna bağlı olarak erken doğum, riskli gebelik, anne- bebek ölümü ve engelli çocuk oranlarında artışlar gözlendi. Kaz Dağları’nda da aynı sorunların yaşanması şühesiz.
Bergama: İlk altın madenine karşı kitlesel direniş
Kadınlar Bergama direnişinde olduğu gibi Kaz Dağları’ nda da mücadeleyi sahiplenip çok etkili eylemlerle en önde yer aldı. Başarıyla taçlanmış her ekolojik mücadelenin ardında mutlaka öncülük yapmış kadınlar vardı. Erkeklerle omuz omuza alanlarda mücadeleyi yüceltmekle kalmayarak, mücadelenin önüne geçerek büyük kazanımlar elde eden kadınlar yaşam alanlarının savunucusuydu. Çünkü onlar ses çıkarmayı öğrenen, korkmayan kadınlardı. Artık meydanlarda avazı çıktığı kadar bağırabilen ve yaşam alanları için mücadele eden kadınlar çoğalıyordu. Onların direnişi birbirlerine cesaret veriyordu. Direniş kadınları değiştirmiş, yaşamlarının pek çok alanında hak savunuculuğu yaparak kendi esaretini de özgürleştirmişti. Kadınlar, Kaz Dağları’nda yaşamı ve doğayı tehdit altına alan böyle bir projeye onay veren, iktidara ve politikalarına karşı daha önce olduğu gibi yine büyük bir kararlılıkla direnmeye devam edeceğini her fırsatta yeniliyor. Çünkü hem kadına hem doğaya yönelik yaşanan şiddet ve saldırı aynı zihniyetin ürünüdür. Kadına uygulanan tahakkümle doğaya uygulanmaya çalışılan tahakküm birbirinden bağımsız değildir. Süreç gösteriyor ki, ekoloji mücadelesinde öncü bir rol sergileyen kadınlar, daha cesaretliydi. Bunun da en çok onların yaşam alanlarını tahrip edeceğini, en çok onların etkileneceğini söylemek mümkün. Mücadele kadına bakış açısını da değiştirdi ve kadını artık daha görünür kıldı. Her konuda olduğu gibi söz konusu yaşam alanları olduğunda da kadınlar en önde yerini alıp cesurca sözünü söyledi.
Çünkü doğayla ahenk ve bütünlük içinde varlığını sürdüren kadın; birlikte değişim ve dönüşüm içinde olduğu doğayla, erkliğe karşı verdikleri savaşın kazananı. Örneğin; kırsal yerlerde yaşayan kadınlar üretimle doğrudan bağ geliştirir. Bu yüzden çevre sorunları kadın sorunlarından bağımsız düşünülemez. Çevresel yıkıma yol açan erkek kontrolündeki üretim ve kadın cinselliğinin artık üretim ve aşırı nüfus artışını da olumsuz etkilediğini gözler önüne serer. Kadının ve doğanın özgürleşmesi için ataerkilliğin yerine toplumsal eşitliğe dayanmayan eşitlikçilik ve kadınların öncülüğünde ekolojik bir devrime olan ihtiyaç yaşanan her ekolojik krizde bir kez daha bunun gerekliliğine olan inancı artırır. Erkeğin gücü yerine kadının gücünü koymak değildir, amaç. Ancak istenilen, ekolojik mücadelenin de beraberinde getirdiği toplumsal düzeni yeniden şekillendirmek ve dönüştürmek. Çevre sorunlarının kadın sorunları haline dönüşmesi ve kadınların yaşamını tehdit altına alması yaşanan mağduriyetin temelinde yine ataerkilliğin kadın ve doğa arasındaki bağı güçlendirirken öte yandan da tahakküm altına alan bir güç olması. Modern dünyayla birlikte artan ekolojik krizin sebebi ise tarih öncesindeki toplumlardaki kadının ve doğanın yüceltilirken, günümüzde ise ataerkilliğin gücüne dönüştürülmesi. Yaşam alanlarını yok ederek kendi varoluşunu gerçekleştirmeye çalışarak, ekolojik krizin patlak vermesinin önündeki en büyük etken olarak karşımıza çıkan ataerkilliğin tıpkı kadın gibi doğayı da tahakkümü altına alması var olan ekolojik krizi daha da derinleştirir.
İklim krizi toplumsal cinsiyet eşitliğinden bağımsız değil
Doğanın da tıpkı kadın gibi erkek tahakkümünün baskısı altında olduğu çok açıkken, kadınlar hak ve özgürlük arayışında kendi varlığından bağımsız olmayan doğayı korur. Ekoloji mücadelesi temel bir hak mücadelesi olarak erkliğin karşısında dururken, kadının örgütlü mücadelesi erk tahakkümüne karşı yeniden konumlanıyor. Dünya tarihi boyunca her toplumsal olayda ilk ses çıkaran, sokağa çıkan hep kadın olmuştur. Görünen o ki en ağır toplumsal sorunlarla mücadele eden kadın, yaşam alanları için de sesini yükseltmekten geri kalmamış. İklim kriziyle mücadele toplumsal cinsiyetin eşitliğinden bağımsız değilken yaşamın bütün zorluklarına karşı direnen kadın, doğa içinde direnişi yüceltir. Çünkü suyun, toprağın, havanın dengesinin bozulmasının sıkıntılarını kadın göğüsler. Bu sıkıntılar beraberinde kirlilik, kuraklık ve susuzluğu da getirir. Kadının özgürlük mücadelesi ekoloji mücadelesinden bağımsız değil.
Doğa ile kadın bedeni arasında kurulan benzerlik ve aynı erk tahakkümüyle karşı karşıya olduğu gerçeği bir kez daha kendini gösterirken, kadınlar bu mücadelede asla geri adım atmayacaklardır! Kadınlar, sadece kendilerinin olan yaşamı istiyor.
“Akciğerlerimizi istiyoruz, evlatlarımızın, torunlarımızın hayatlarını koruyoruz. Altın yerinde dursun. Bizim her şeyimiz su, susuz hayat olmaz, hiçbir şey olmaz. Biz çok şey istemiyoruz. Devletten, kimseden para pul istemiyoruz; biz sadece kendi halimizde mutlu olmak istiyoruz. Hepimiz buraya çocuklarımızla geldik, geleceğiz de. Bu iş burada bitmeyecek! Bizim altınımız, bizim cennetimiz sudur.” diyen kadınların sesine kulak vermek gerek. Çünkü onlar yaşamın ta kendisi!