İktidar afet yönetmiyor, depremzedeye karşı savaş yürütüyor- ANALİZ
Depremzedeye ‘namussuz’ diyen Erdoğan’dan azarlayan Bahçeli’ye, Suriye’de 100 bin ev yapan ama depremzedeyi enkaz altında bırakan AFAD’a, işkenceci polisten depremzedeye çadır ve gıda satan Kızılay’a erk-devlet deprem bölgesinde yek vücut, yek politika…
BÊRÎTAN SARYA
Mereş’te 6 Şubat’ta meydana gelen depremlerde en az 13,5 milyon kişi etkilenir, milyonlarca insan evsiz kalır, yüz binlercesi de yaşamını yitirirken iktidar bunu fırsat olarak değerlendirdi. Hatay’dan Dîlok’a, Mereş’ten Semsur’a, Meletî’den Amed’e varlıklarıyla ulus devlete sorun olan Arap-Alevi-Kürt coğrafyasında gelişen depremler AKP-MHP tarafından 100 yıllık politikayı tamamlama aracı olarak kullanıldı. İnsanlar enkaz altında ölüme terk edilerek toplu katliam geliştirilirken OHAL’le depremzede ve dayanışmacılara savaş açıldı. Devlet tüm kurumlarıyla bölgede 100 yıllık soykırımı tamamlama ve demografik değişimi geliştirmeye kilitlendi.
14 Mayıs’ta yapılacak seçimlere iktidar bu politikasıyla, her türlü zorbalıkla gidecekken Kürtler, Aleviler, halklar, kadınlar, demokratik çevreler dayanışma ve örgütlenmeyi büyütme göreviyle seçim hazırlıklarını iç içe yürütme sorumluluğuyla karşı karşıya…
Afet yönetimi değil katliam uygulamaları…
Deprem öncesi politikalarıyla depremin yüzyılın felaketine dönüşmesinden baş sorumlu olan iktidar deprem sonrası pratikleriyle de toplu katliam yaptı.6 Şubat günü 9 saat arayla gerçekleşen her iki deprem ardından Mereş, Hatay, Semsur, Riha, Amed vb. 10 ilden yıkım haberleri gelir ve yardım çığlıkları yükselirken devletin Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ekipleri hiçbir yere zamanında gitmedi, gönderilmedi. Depremde yıkılan binaların altında kalan insanları kurtarmak için ilk 24 saat hayati önemdeyken AFAD ekipleri birçok yere ancak 3’üncü günde ulaştırıldı. Ulaşılan yerlerde yetersiz ekipman nedeniyle arama kurtarma çalışmaları yapılmadı. Bu durum AFAD gönüllülerini bile isyan ettirirken birçok yerde depremzedeler ‘gelip kameralar önünde poz verip gittiler’, ‘Biz enkaz altından çıkardık. AFAD ekipleri gelip sedyeyi tutup çekim aldı ve gitti’ şeklinde aktarımlarıyla iktidarın afet yönetim şeklini özetledi.
Yabancı kurtarma ekipleri de katliama dikkat çekti
48 saat geç başlatılan arama-kurtarma çalışmaları birçok yerde erken bitirilerek enkazlara kepçelerle girilerek katliam içinde katliam gerçekleştirildi. Depremin ilk gününden itibaren farklı ülkelerden bölgeye gelen ve yüzlerce insanın hayatını kurtaran arama-kurtarma ekipleri de buna tepki gösterdi. Bu nedenle çalışmalarını durduran İspanyol ekibin üyesi, Pedro Frutos, 14 Şubat günü Adana Havalimanında İspanya RTVE kanalına konuşarak, “Türk hükümeti enkazlara iş makineleriyle girme kararı verdi. İş makinelerini koymak, zaman kazanmak demek. Fakat böyle bir şey, bir sürü insanın ölmesi demek. Bunun bir parçası olmayacağız” diyerek iktidar eliyle gerçekleştirilen katliama dikkat çekti.
Uzmanların halen enkazlar altında yaşayan insanlar olabileceği uyarılarına aldırılmadan kepçelerle enkazlara girilerek halen hayatta olan insanlarda öldürüldü, cenazeler parçalandı. İnsanların ne dirisine ne ölüsüne değer ve saygı göstermeyen iktidar nedeniyle enkazların döküldüğü çöp ve alanlarda insan cenazeleri ve uzuvları görülüyor. Hemen her bölgede depremzedeler enkaz altındaki yakınlarının yardım isteye isteye can verdiğini haykırıyor.
Suriye’de 100 bin ev yapan AFAD’ın deprem pratiği…
Depremin yıktığı bölgelerde 6 Şubat’dan bugüne kadar yaşananlar iktidar, ona bağlı AFAD ve yandaş kurumu Kızılay’ın gerçekliğini de net olarak gösterdi. Gölcük Depremi’nden sonuçlar çıkarıldığı iddia edilerek afet ve acil durumlarda yetki ve koordinasyonun tek elde toplanması için 17 Aralık 2009 yılında kurulan 2018’den bu yana T.C İç İşleri Bakanlığı’na bağlı olan AFAD deprem bölgesinde de iktidarın siyasi emelleri ve ranta koşturuldu. Suriye iç savaşının başlangıcından bu yana ÖSO, Cephet El Nusra(HTŞ) ve İŞİD çetelerine yardım taşıyan AFAD’ın yakınlarını enkazdan çıkarmaya çalışan depremzedelere elindeki vinçleri saati 10 bin TL’ye kiraya verdiği açığa çıktı.
6 Şubat depremleriyle 11 ilde milyonlarca insan evsiz kalırken yüzbinlerce insan çadır dahi bulamıyor. Depremzedelere çadır bile götüremeyen AFAD 3 yıldır Suriye’nin İdlib, Efrin, Ezaz, Mare, Cerablus gibi alanlarında çete aileleri ve yerleşimcileri kalıcılaştırmak, demografiyi değiştirmek amacıyla sömürge evleri inşa ediyor. AFAD, 22 Ekim 2022’de dijital medya hesabında yaptığı paylaşımda bu pratiğini şöyle duyurmuştu: ‘AFAD Başkanlığımız koordinasyonunda STK'larımızın desteğiyle, Suriye'deki 284 farklı noktada projelendirilen, 86 bin 481 briket evin, 68 bin 713'ü tamamlandı. Tamamlanan briket evlere bugüne kadar 64 bin 97 aile yerleşti. Yıl sonu hedefimiz 100 bin briket ev.”
İŞİD’e yardım taşıyan Kızılay depremzedeye gıda ve çadır sattı
Yakınlarını enkazlar altında yitirip cenazelerine bile ulaşamayan, onarılamaz acı ve yaralarla zor koşullarda hayata tutunmaya çalışan depremzedeler iktidar ve kurumları tarafından birde rant ve ticaret aracına dönüştürüldü. Tr Sağlık Bakanlığı tarafından sürekli para aktarılan Kızılay çadır ve gıda ticaretine soyundu. 2019 yılında holdingleşen ve çadır fabrikası bulunan Kızılay’ın deprem bölgelerine yardım etmeye çalışan Ahbap’a çadır ve gıda, Türkiye Eczacılar Birliğine’de çadır sattığı açığa çıktı. Holdingleşmiş de olsa kendisini bir yardım kuruluşu olarak tanımlayan Kızılay’ın deprem bölgesine yardım ulaştırmak yerine işi ticarete dökmesi depremzedelerin koşullarını daha da zorlaştırdı.
Kızılay’ın bu pratiği Suriye ve Irak’ta İŞİD kamplarındaki Kızılay çadırlarını akla getirdi. 2014 yılında Tilafer yakınlarında bir İŞİD kampına operasyon yapan Irak ordu güçleri kampta Kızılay çadırlarını görüntülemiş, sonraki yıllarda İdlib’de Türkmen cihadistlerin kamplarında da Kızılay çadırları görüntülenmişti. Neredeyse tüm yöneticileri AKP’li olan Kızılay’ın AKP’ye yakın Menzil Cemaatinden ihalesiz yardım kolisi aldığı da açığa çıktı. Bu durum gösterdi ki iktidar Kızılay’a sadece deprem bölgesinde tüccarlık görevini vermemiş, aynı zamanda kendisine yakın olan tarikatleri finanse etmek için taşeronlukla da görevlendirmiş.
İktidardan 100 yıllık hamle: Demografi değiştirme ve soykırım
İktidarın ve kurumlarının 6 Şubat’taki depremlerle büyük yıkım ve can kaybı yaşayan 10 ilde açığa çıkan skandal deprem rantı pratikleri burada saymakla bitmez ve bunlara zamanla yenileri de eklenecek. Fakat insanlık dışı bu politikalar yürütülürken iktidar esas politikasını yüzyıllık ulus devletin Kürt soykırımını tamamlama ve bölge demografisini değiştirme üzerinden kurdu. Küresel kapitalist güçler tarafından sistemin Ortadoğu’daki ajanlığı ve Kürt sorununu sürdürme temelinde 2000’lerde iktidara taşınan, Kürt soykırımı temelinde attığı her adım CHP vb. kendisine muhalif devlet partilerince de desteklenen AKP, partneri derin devlet aparatı MHP 6 Şubat depremlerini de bu hedef temelinde fırsat olarak değerlendirdi.
1938’de ilhak edilen Hatay’dan göç etmemekte direnen Hristiyan ve Alevi Araplar, Maraş vb. katliamlara rağmen toprağında kalmakta direnen Alevi Kürtler AKP-MHP’nin Suriye iç savaşı boyunca topraklarına İŞİD çetelerini yerleştirmesiyle de göçertilememişti. İktidar bu insanları enkaz altında ölüme terk ederek soykırımın fiziki katliam bölümünü gerçekleştirdi. 6 Şubat’tan bu yana da geride kalan insanları tuvaletsiz, gıdasız, hijyensiz, çadırsız, çaresiz bırakarak; yaşadıkları yerlerin önüne enkaz hafriyatı döktürülüp tozlarda boğarak; arazilerini yer yer gasp edip yer yer ucuza kaparak göç etmeye zorluyor.
OHAL’le depremzede ve dayanışmaya savaş açıldı
İnsanlar enkaz altında kalan canların kurtarılması için seferberlik ve afet bölgesi ilanı beklerken Erdoğan, ilk depremden 33 saat sonra Hatay’daki AFAD merkezinde 10 ilde 3 ay süreyle OHAL ilan etti. Erdoğan’ın OHAL ilanı gösterdi ki afet ve acil durum değil bir savaş yönetilecek… Bu savaş başta deprem bölgesinde yaşayan Arap Alevilere, Alevi ve Suni’siyle Kürtlere, demokratik kesimlere, dayanışma için bölgeye kadın ve duyarlı kesimlere karşı yürütülecek…
İktidar arama-kurtarma çalışmalarına katmadığı polis, askerler ve paramiliter güçlerini OHAL’le birlikte depremzede ve dayanışmacıya işkence için harekete geçirdi. Erdoğan’ın OHAL ilanını deprem bölgesinde bir takım yağmacılara engel olma gerekçesiyle meşrulaştırma çabası ardından aynı güçler tarafından ‘yağmacı’ denerek başta Suriyeliler olmak üzere depremzede ve dayanışmacılara yapılan işkence videoları sosyal medyada dağıtıldı. Depremlerle çok ağır yıkım yaşayan Hatay’da en az 2 kişinin polis işkencesiyle katledildiği sivil toplum örgütleri tarafından kanıtlanarak yargıya taşındı. Halkın deprem bölgelerine gönderdiği çadır, kontenır, gıda, iş makinesi vb. malzemelere asker ve polis tarafından el konularak AFAD’a verildi. Deprem ardından hemen seferberlik halinde dayanışma çalışmalarına başlayarak bu topraklarda umudun, toplumsallığın, insanlığın halen var olduğunu gösteren HDP, sivil toplum örgütleri, kadınlar, duyarlı insanlar hedef alınarak; kriz masalarına kayyum atanıp, depremzedelere giden malzemelere el konarak dayanışma ezilmek istendi. Çünkü bu dayanışmaydı deprem bölgesinde hayat kurtaran, ölümden kurtulmuş ama büyük acılar ve zorluklarla ayakta kalmaya çalışan insanları kendi topraklarında tutan.
Bahçeli erk-devleti MHP’li depremzedeye de gösterdi
Deprem sürecinde erk-devletin en erkek yüzüyle sahada olduğunu sadece bu uygulamaları şahsında değil Erdoğan ve partneri Devlet Bahçeli’nin neredeyse tümü hakarete, tehdide ve faşist cürete dönüşen konuşmalarında gördük. Erdoğan 8 Şubat’ta Hatay’da kameralar önünde, deprem bölgelerinde arama kurtarma çalışmalarında asker ve polislerin olmadığını söyleyen depremzedelere ‘namussuz’ derken 21 Şubat’ta da Kızılay’ı eleştiren depremzedeleri hedef aldı. ‘‘İşte çıkmış bir tanesi 'Kızılay nerede? Ne çadırını ne yemeğini gördük’ diyor. Be ahlaksız, namussuz, adi…’’ sözleriyle depremzedelere bir kez daha hakaret etti. Partneri Devlet Bahçeli’de 28 Şubat’ta gittiği Elbistan’da iktidarı eleştiren depremzedeleri azarlayarak "Hepsini dağıtın gitsin, indirin şunları. Hadi bakalım" dedi.
Mereş depremleri sürecinde kendi kitle ve yandaşlarını da enkaz altında bırakan iktidarın deprem bölgelerindeki pratikleri ve Devlet Bahçeli’nin bu davranışı egemen erkeğin kadına yaklaşımının bir iz düşümü gibiydi. Egemen erkeğin kendisini reddeden kadına ‘ya benimsin ya kara toprağın’ dayatmasıyla geliştirdiği kadın katliamı ile iktidarın Kürt-Arap-Alevi-Hristiyan hakları enkaz altında ölüme terk etmesi aynı zihniyet ve politikanın uygulamaları oldu. İktidarın kendisine oy veren vatandaşları da enkaz altında ölüme terk etmesi, Devlet Bahçeli’nin Elbistan’da MHP kitlesini azarlaması egemen erkeğin ‘ne yapsam da yine benimdir’ zihniyetiyle kendine ait gördüğü kadına uyguladığı şiddet ve katliamı hatırlattı. Bu durum gösterdi ki erk-devletin en faşist iktidarı artık yandaşı da dahil olmak üzere Türk halkını da kadın ve Kürtler gibi sömürgeleştirmiştir.
Dayanışma, mücadele ve seçim hazırlıkları iç içe örgütlenmeli
Türkiye ve Kürdistan 6 Şubat’ta yaşanan depremlerle oluşan onarılamaz yaralar ve keskin biçimde görülen gerçeklerle birlikte her zamankinden daha tarihsel bir süreci yaşıyor. Açığa çıkan gerçekleri bilince ve örgütlenmeye dönüştürmek; politik mücadeleyi en üst düzeye çıkarmak, başta deprem bölgelerindeki dayanışmayı güçlendirme ve uzun soluklu geliştirme olmak üzere her türden yapıcı ve tepkisel eylemliliği geliştirmek; emek ve özgürlük ittifakını hem seçim hem örgütlenme alanında geliştirmek hayati önemde.
Böyle bir süreçte hem son faşist iktidar AKP-MHP’ye, hem de onu iktidara taşıyan ve Kürt soykırımını devam ettirme temelinde iktidarda tutan ulus devlet güçlerine tavır almakla ancak gelecek kurtarılır. Bu tavrı hem seçim sandığında gösterip seçimi gerçekten 100 yılın seçimi yapmak, hemde her alanda örgütlenerek yaşamı, politikayı, özgürlüğü her şekilde savunabilmek gerekiyor.
Kadınlar, halklar ve emekçilere ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü paradigma doğrultusunda politikalar geliştiren; politik ahlaki toplum için çalışan, merkeziyetçiliğe karşı ademi merkeziyetçiliği ve özyönetimi öneren HDP ve Emek özgürlük ittifakı daha iyi tanıtılabilmeli. 14 Mayıs’ta geliştirilecek seçimler hem AKP-MHP hükümetine ‘dur’ demek hem de toplumsal mücadele ve dayanışmayı daha güçlü örgütlemek için iyi değerlendirilmeli.
Soykırımcı, ırkçı, cinsiyetçi ulus devlet ve iktidar politikaları nedeniyle depremlerin en temel mağdurları kadınlar, gelecekleri için bu sürecin temel özneleri durumunda. Toplumsal cinsiyetçiliğin iş ve rolleri de kadınların bu mağduriyetini artırdı. Kadınlar hem demografi değişimini hedefleyen iktidar politikalarıyla toplumsallığı ve toprağından koparılmaya çalışılarak hem de kadın odaklı afet politikalarının olmaması nedeniyle bir kırımı yaşadı.
Fakat soykırımcı, cinsiyetçi bir devletten kadın odaklı afet politikalarının beklenemeyeceğine göre kadın örgütlerinin ve hareketlerinin hem bu devlet ve iktidara karşı güçlü bir mücadeleyi örgütlemesi hemde zaten depremin ilk gününden bu yana örgütledikleri kadın dayanışmasını daha da büyütmeleri gerekiyor.