‘Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm’ demokratik çözüm hamlesidir- ANALİZ

Yeniden şekillendirilmeye çalışılan bölgede esas belirleyici dinamik Önder Apo ve kadın özgürlük mücadelesidir. Bu nedenle “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesi aynı zamanda Ortadoğu’nun demokratikleşme hamlesidir.

BERİVAN ZİLAN

9 Ekim uluslararası komplosunun 27’nci yılını kadınlar, Kürt halkı Beritan-Gülnaz Karataş çizgisinde karşılıyor. Özgürleşen kadın kimliğini temsil eden Nagihan Akarsel, Gülistan Tara ve Hero Bahadinlerin direniş ruhuyla mücadeleyi yükseltiyor. Reber APO şahsında Ortadoğu halklarına, kadınlara dayatılan komploya karşı Beritanlaşarak Zilanlaşan özgürlük savaşçıları tarihsel bir mücadele yürütüyor. Bu uğurda her gün yaşanan şahadetler özgür-demokratik yaşamın en büyük bedeli olarak ödeniyor.

Kapitalist modernite güçleri ve TC başta olmak üzere sömürgeci güçler İmralı sisteminde, mutlak tecritte ısrar ederek komplocu tutumlarını sürdürüyor. Buna karşı geçen yıl 10 Ekim’de başlatılan Önder Apo’ya özgürlük hamlesi evrensel çapta büyük bir ses uyandırdı. Bir yıllık hamle eksenli yürütülen çalışmalarda da Önder Apo’nun evrensel bir boyut kazanması açısından önemli adımlar atıldı. 69 Nobel ödüllü şahsiyetin imzası, açıklamaları çok büyük yankı uyandırdı. Bu açıklama ile beraber Önderlik daha fazla dış kamuoyuna yansıdı. 1500 avukatın açıklaması da büyük etki yarattı.

Hamlenin hukuki ve siyasi açılımlarının yanı sıra paradigmasal açıdan Önderliğin her alana taşırılması için de birçok çalışma yapıldı. Özelde Önderlik Savunmaları’nın hem Kürdistan hem yurt dışında okunma günleri başta olmak üzere çeşitli etkinliklerle gündemleştirilmesi Önderlikle buluşma anlamında oldukça anlamlı oldu. Fakat hamlenin kültürel, sağlık, toplumsal vb. birçok alanda bütünlüklü yürütülmesinde kimi yetersizlikler de yaşandı. Nitekim önemli çabalara rağmen hala tecrit durumu kırılabilmiş değil. Bakur’un seçim öncesi hamle planı etkili oldu. Ancak süreklilik kazanamadı. Diğer alanlarda da benzer şekilde eylemlerle katılım sergilendi. Merkezi eylemler süreklileşmediğinden, bu durum siyasi gündemden kopukluğa yol açtı. Hamlenin toplumsal ayağında bir zirve yaratmak için 13 Ekim’de düzenlenecek merkezi miting çok önemli olmaktadır. Bu miting hem bir yıldır yürütülen hamlenin zirve mitingi hem de yeni bir eylem startıdır. Kürt halkının zirvesel düzeyde Önderliği sahipleneceği bu miting ile uluslararası kamuoyuna ciddi mesajlar verilecektir.

Önder Apo'nun durumundan dolayı TC zorlanıyor

Hamle gündemli halk yürüyüşleri her alanda yapıldı. Önder Apo’nun fiziki koşullarının teşhiri, ilgili uluslararası kurumlara baskıyı ortaya çıkarma, Avrupa Konseyi’nin, BM’nin resmi gündemine taşıracak düzeye yol açması bakımından sonuçlar açığa çıkardı. Nitekim Avrupa Konseyi Önder Apo'nun durumunu 17-19 Eylül'de ele alan bir toplantı yaparak yeniden oyalama yaklaşımına gitti. Öyle anlaşılıyor ki gelişen tepkileri etkisiz kılmak için gündemlerine almışlar. Çünkü Avrupa Konseyi komployu ABD'nin istemine göre yürüten bir güçtür. Önder Apo'nun durumundan dolayı TC zorlanıyor. Mutlak tecridi disiplin cezalarıyla hukuki temele dayandırmak istiyorlar. Yürütülen çalışmalardan kaynaklı uluslararası sistem zorlanıyor ama henüz adım attıracak düzeyde değil. Tüm bunlara rağmen direniyorlar. 9 Ekim’de 26’ncı yılını dolduran komplonun yeniden bölgesel dinamikleri örgütlendirilerek, soykırım stratejisini sonuca erdirme temelinde yürütülüyor. Tecridin ne zaman kalkacağını adeta ‘biz’ belirleriz yaklaşımı hakimdir. Dikkat edilirse Erdoğan, gerilla üs alanlarına yönelik askeri planın bir yılda sonuç alacağını söylüyor. Yine Ankara-Bağdat anlaşmasına bir yıl ömür biçilmiş. Avrupa Konseyi de Türkiye’ye bir yıl süre verdi. Bu bir yıl süresinin tesadüf olmadığını düşünürsek bu bir yıl içerisinde Kürdistan ve Ortadoğu’daki gelişmelerle bağlantılı hızlandırarak sonuç almada ısrarlılar. Bu anlamda AKP iktidarına verilen son fırsat oluyor. Önderliğin durumu, Kürt sorunu ve bölgedeki gelişmeler birbiriyle bağlantılıdır ve egemen güçler de böyle ele alıyor. Uluslararası komplocu güçlerin, sistemin, direnci mücadele ile bağlantılı kırılabilir. Kürt sorununun çözümü Önder Apo’nun özgürlüğünden geçer. Soykırım siyasetinin merkezi İmralı’dır. Diğer bütün uygulamalar bu siyasetin parçası ve tamamlayanıdır. Erdoğan iç ve dış politikada attığı adımlar da İmralı konsepti temelindedir. Kayyum, işgal, göçertme, asimilasyon, ekonomik olarak çökertme, fuhuş, ajanlık, uyuşturucu bu politikanın birer parçasıdır.

İsrail-Filistin savaşı ile körüklenen bölge ciddi tehlikelerle yüz yüzedir

Komplo siyasetinde bu kadar ısrar eden güçler aslında ciddi bir zorlanma içinde. Kasım ayında ABD’de de seçimler olacak. Sistemin kendisini revize etmesi temelinde Kamala Harris öne çıkarılmakta. Şekilsel olarak da bir değişime gidebilirler, fakat devlet politikalarında bir değişiklik beklenemez. Özelde Ortadoğu politikalarında savaşı ve krizi derinleştirmeye devam edecekler. İsrail-Filistin savaşı ile körüklenen bölge ciddi tehlikelerle yüz yüzedir. Lübnan’ın da savaşa çekilmesiyle Ortadoğu açısından risk ve tehlikeler daha da yoğunlaştı. Savaşın yeni cephelere kaydırılması bilindiği üzere bölgeyi yeniden dizayn etme planıyla bağlantılıdır. Bu yüzyılı Kürtsüz, kadınsız şekillendirme politikasında ısrarlılar. Özgürlük Hareketine dönük askeri-siyasi sonuç almaya kendilerini stratejik yatırmışlar. Gerilla üs alanlarında, medya savunma bölgelerinde havadan saldırıların yanı sıra karadan saldırı hazırlığı KDP ortaklığıyla yoğunca yapılıyor. Sonbaharda yeni bölgeleri de kapsaması ihtimal dahilindedir. Tecrit merkezli siyasi-askeri saldırılar, katliamlar normalleştirilmeye çalışılıyor. Dikkat edilirse TC’nin medya savunma alanlarında yürüttüğü savaş dış basında görmezden geliniyor. Türkiye’deki basın da iktidarıyla-muhalefetiyle hükümetin talimatı çerçevesinde görüyor. Kürt sorununu inkar ettikleri gibi halka, kadınlara yapılan saldırıyı da inkar ediyorlar. Askeri imha savaş dehşetinin de üstünü örterek toplumdan gizlemeye çalışıyorlar. Görüldüğü üzere Erdoğan’ın ağırlıkta konuşmaları dış politika üzerinedir. Özgürlük gerillasına karşı yürüttüğü savaşta istediği sonucu alsa kuşkusuz bunu iç propagandada etkili kullanmaktan çekinmezdi. Her ne kadar gerçeği saklamaya çalışsalar da AKP-MHP faşist hükümeti iflas etmiştir. Askeri zorba rejiminin imkanlarını sonuna kadar kullanmaya çalışmaktadır.

Erdoğan iç politikada yeni krizler yaratarak, baskıyı kesintisiz uygulayarak diktatörlüğünü korumaya çalışıyor. Topluma yeni gündemler yaratarak zamana oynuyor, oyalıyor. Erdoğan, Bahçeli, genelkurmay başkanı ve Hüda-Par’ın birlikte Bitlis’te verdikleri fotoğraf faşist rejimi temsil etmesine rağmen Hüda-Par’ın Anayasa’nın ilk 4 maddesini tartışmaya açması polemikten başka bir şey değildir. Kürt soykırımında Hizbulkontra örgütlenmesinden bu yana en azılı kullandıkları araç Hüda-Par’dır. Hüda-Par’ın kendine bağlı grupları Amed’de kafelere saldırtması, Narin cinayetindeki açıklamaları vb. somut durumlar Hüda-Par gerçeğini topluma kavratma bakımından daha yoğun işlenebilir. Özelde kadın ve insanlık düşmanı bir zihniyete sahip bu kontra güruh iktidar tarafından etkili kullanılıyor. Muhalefet ise gündem belirlemek yerine bu gündemlere takılarak etkisiz kalıyor. Muhalefetin seçimlerle birlikte oluşan etkili pozitif havayı hedefleri doğrultusunda yeterince örgütleyemediği belirtilebilir. Toplumsal dinamikler erken seçim talebini sık gündeme getirmesine rağmen bunu öteleyen CHP’nin siyasi duruşu iktidara yaramaktadır.

Ekonomik krizin esas nedeni Kürt halkına karşı yürütülen savaştır

Hem Türkiye’de hem Kürdistan’da ekonomik kriz ve çöküş artık gizlenemez bir boyuttadır. Sonuçlarını, yansımalarını günlük olarak herkes yaşıyor ve tartışıyor. Ancak ekonomik krizin esas nedeni Kürt halkına karşı yürütülen savaştır. Türkiye bir sistem krizi içerisinde, toplum her yönüyle kriz yaşıyor. Bu krizin esas nedeni Kürt sorununa dayandığı halde ısrarla bundan kaçınan bir muhalefet gerçeği var. Dem Parti ise yalnızlaştırılıyor. Bu anlamıyla tekrar vurgulanırsa Kürt sorununa çözüm, Abdullah Öcalan’a özgürlük hamlesi Türkiye’nin demokratikleşmesinin çözümüdür.

Ankara-Bağdat ihanet paktı bir dönemdir Kürt halkının ve Kürt siyasi güçlerinin gündeminde. TC bu anlaşmaya dayanarak saldırılarını daha ileriye taşırıp pervasızca yürütüyor. TC’nin yeni askeri üs ve asker sayısını artırarak giderek Irak’ı içten kuşatmayı geliştirdiği yoğunca gündemde tutulabilir. Hewler zaten TC’nin bir vilayetine dönüşmüş durumda. TC, tarihi yarası olan Kerkük-Musul’da askeri zor ve siyasi gücünü kullanarak tam yerleşmek ve güç olmak istiyor. Irak, hiçbir biçimde Türkiye iç işlerine karışmazken TC’nin Kerkük üzerinde bu denli pervasızca oyunlara başvurması Irak hükümetinin yol vermesiyle gelişmekte. Erdoğan’ın Kerkük valilik ve meclis seçimlerinde bu denli açıktan müdahil olması Misak-i Milli sınırlarına dahil etme amacından vazgeçmediklerini gösterdiği gibi KDP’den aldığı destekle faşist Türkmen cephesine dayanarak burayı özel savaş planı için etkili kullandığı üs alanı haline getirmek istiyor.  Irak’ın bu tehlikeleri bilmesine rağmen faşist TC’ye bu denli yol vermesi dönemsel çıkarına göre kazançlı görmesiyle bağlantılıdır, Kürtleri kurban etme siyasetini kendine göre avantajlı görmektedir. PKK’yi bahane ederek asıl amacını gizleyen TC’nin Irak’a dair tehlikeli planı ve buna yol veren Sudani hükümetinin Irak halkına verdiği zararlar, Ankara-Bağdat-Hewler üçgeninde dönen kirli pazarlık ve komplolar toplum nezdinde tepkilerle karşılaşmıştır.

Başur halkının işgale ve ihanete yönelik tutumu her daim olacaktır

Yine Başur’a DAİŞ’lilerin getirilmesi, TC'nin köyleri boşaltması, köylerin ve bölgenin TC tarafından hedeflenmesi, yangın olayları, TC'nin kontrol noktaları kurması, halk nezdinde KDP’ye karşı ciddi bir öfke biriktiriyor. Aslında KDP teşhir olmuş durumda. Ancak Başur Kürt siyasi partileri edilgen, ürkek duruşlarıyla halkın tepkilerini pasifize ediyor. Buna karşı yurtseverlik bilinci güçlü olan Başur halkının işgale ve ihanete yönelik tutumu her daim olacaktır.

ABD, Suriye’den çekilmesini gündemde tutarak, TC sopasıyla tehdit etmekte. Aynı zamanda Kürt halkı nezdinde iyice teşhir olmuş KDP ve ENKS’ye yeniden itibar ve meşrutiyet kazandırma ve alanda güçlendirme amacıyla Rojava'nın ENKS ve KDP’yle ilişkilenmesini dayatmaktalar. ABD ve koalisyon güçleri bunu her fırsatta dile getirmekte. Bununla KDP çizgisini Rojava’da güçlendirmek istedikleri biliniyor. Diğer taraftan ABD ve Rusya’nın Suriye üzerinden güç çekişmesi devam ediyor. Rusya ise Türkiye-Esad görüşmesini sağlayarak ve bununla özerk yönetimin tasfiyesine çalışarak güç olmayı hedefliyor. Suriye, Rusya için Ortadoğu’ya ve Akdeniz’e açılan kapıdır. Buna karşılık Suriye hem ABD’nin hem de TC’nin Suriye’den çıkmasını dayatıyor. Beşar Esad için esas mesele TC’nin İdlib’ten (yani Suriye topraklarından) çıkmasıdır. TC’nin Serekani, Girespi, Afrin gibi Kürt yerleşim yerlerinden çıkması öncelikli gündemi değil. Yaşanan kriz nedeniyle yakın süreçte Erdoğan-Esad görüşmesi beklenemez. Öte taraftan TC Suriye topraklarında sıkışmış. Esad’la anlaşması halinde iş birliği içinde olduğu çetelerin kendisine karşı göstereceği tepkileri de hesaplamak durumunda. Gelinen aşama itibariyle TC’nin Suriye politikası ve askeri saldırgan planı çöktü. Ancak Rojava’ya saldırılarını sürdürecektir. ABD’nin çekilmesiyle birlikte esas hesabı yeniden Rojava’nın tamamını işgal etmedir.

Erdoğan’ın tüm Ortadoğu politikası çöktü

Türkiye ekonomik, siyasi, toplumsal krizlerle çalkanırken ve çöken bir devlet rejim gerçeğini ayakta tutmak için Erdoğan yeni bir yol arayışında. Geçen süre zarfında Erdoğan’ın tüm Ortadoğu politikası çöktü. Bunun için karşı karşıya geldiği, hasım ilan ettiği Arap devletleriyle yeni bir yumuşama sürecini örmeye çalışıyor. Erdoğan’ın bu girişimlerinin Ortadoğu savaş ve krizinde nasıl bir sonuç alacağını zaman gösterecek. Arap ülkeleriyle ekonomik-ticari ilişkileri sürdürmeye sıcak yaklaşıyor, ancak bunu siyasi bir iş birliği ve ittifaka dönüştürmesi zordur. Bu anlamıyla Erdoğan sadece Batı’da değil Ortadoğu’da da en güvenilmez kişidir. Suriye ağır sorunlar yaşamasına rağmen siyasi olarak TC karşısında eskiye göre kendisini güçlendirdiği söylenebilir. TC'nin mülteciler konusunda ve Suriye siyaseti konusunda sıkıştığını görüyor ve bundan yararlanmak istiyor. Suriyeli mülteci sorununun çözümünü TC istediği gibi ABD ve AB de istiyor. TC Kürt soykırımını gerçekleştirmek amacıyla Rojavada özerk bölgenin ortadan kaldırılması için askeri olarak yapamadığını siyasi-diplomatik yollarla Esad rejimiyle yapma arayışındadır. Diğer taraftan Türkiye’ye çektiği Suriyeli mültecilerden bazılarının mal varlığına el koyuyor. Kamuoyuna da “bunların YPG ile ilişkileri var, bunun için tutukluyoruz” deniyor. TC, muhalefetin ve toplumun gündeminde yer edinen mülteci sorunuyla nasıl başa çıkacağını tam kestiremiyor. Artık mülteci sorunu AKP’yi oldukça zorlar durumdadır. Rojava’ya yönelik saldırılar, uygulanan politikalar, yine Arap ülkelerinin izlediği siyasete karşı tek çıkış yolu Ortadoğu kaos ve krizinin çözümünde 3’üncü çizginin esas alınmasıdır.

‘Jin Jiyan Azadi’, Hindistan gibi yeni ülkelerde ses vermekte

İsrail saldırıları ve Batı’nın desteği karşısında zorlanan İran, Batı ile ilişkiye önem veriyor. İsrail’e direk saldırması için kışkırtılan ve bir müdahale zeminine dönüştürülmek istenen İran’da daha yumuşak bir çizgiyi temsil ettiğini dile getiren reformcu aday Pezeşkiyan bu nedenle görüşme trafiğini başlattı. Bu görüşmelerle mevcut kuşatmadan kurtulmaya çalışmakta. Uzun bir aradan sonra cumhurbaşkanlığı nezdinde Irak ve Başur’a ziyareti ile Türkiye ve ABD’ye verdiği mesaj buralarda söz sahibi olduğudur. Özel Süleymaniye ziyareti de KDP ve Türkiye’ye karşı YNK muhataplığını güçlendirmedir. İran; Süleymaniye’den başlamak üzere Kerkük, Musul, Irak’ta etkili olmak istiyor. Kürtçe konuşmayla da Kürt halkına sıcak mesajlar vermiş oldu. Rejim yumuşatma politikasının tam tersini Rojhılat ve İran’da uyguluyor. Baskı, idam, tutuklama vb. politikalar sürüyor. Yeni diye sunulan cumhurbaşkanı seçimi ile değişen bir şey olmadı. Kadın Özgürlük Hareketi, İran’a karşı daha açıktan bir siyasi duruş içindedir. ‘Jin Jiyan Azadi’, Hindistan gibi yeni ülkelerde ses vermekte. ‘Jin Jiyan Azadi’ bir ruh, bir iradedir. Buna karşı idam politikası süreklileşmiş tehdittir.

Kadın Hareketinin politik etkinliği bakımından farklı ülkelerde yaşanan gelişmeler de gündemdedir. Afgan kadınların kara çarşaflar altında şarkılı protestoları, Hindistan’daki ‘Jin Jiyan Azadi’ serhıldanları bu bakımdan önemli eylemlerdi. Afganistan, dinci-çeteciliği, cinsiyetçiliği, kapitalizmi mahkum etme bakımından emsal bir yer. Yine İsrail dehşetine karşı Hamas’tan ayırarak, direnen Filistin halkının gerçekliği ortada. Filistin trajedisi Ortadoğu halklarının trajedisidir. Kürtler bunu Afrin, Serikani’de yaşadı ve yaşıyor. Erdoğan fırsatını bulsa Netanyahu’dan beterini Kürtlere yapmaktan çekinmeyecektir. Ancak bunu yapacak kadar önü açık değil. Kadınların direniş azmi bu noktada hep güçlü oldu, dünyanın farklı bölgelerinde yükselen özgürlük sesini kolektif mücadele paydasında buluşturacak bir örgütlülüğe dönüştürme zamanıdır. Toplumsal yaşam alanlarında kadınlara dönük ciddi bir saldırı furyası devrede. Fuhuş, uyuşturucu, toplumu çürütmeye dönük politikalar yaygınlaşmış. Özel savaş uygulamaları olan ajanlaştırma, uyuşturucu, fuhuş, göç, ekolojik yıkıma karşı toplumun duyarlılığını sağlayacak ve tepkisini açığa çıkaracak bir örgütlülükle bu politikalar boşa çıkabilir.

Kadınlar ve halklar açısından önemli gelişmelere gebe bir süreç içerisindeyiz. Yeniden şekillendirilmeye çalışılan bölgede esas belirleyici dinamik Önder Apo ve kadın özgürlük mücadelesidir. Bu nedenle “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” hamlesi aynı zamanda Ortadoğu’nun demokratikleşme hamlesidir.